Bodrum Bodrum, tamam da, bir yere kadar. Sen sehir insanisin, ne isin var bu kadar zaman bahçede
bagda? Baktim is çigirindan çikiyor, döndüm bak, geldim simdi...
Paçayi zor kurtardim! Biraz daha Bodrum'da kalsaydim Gülse elden gidiyordu haberiniz olsun.
Masum belirtilerle basladi. Deniz kiyisina yürürken "Alla-him bu koku nedir" diye merak ettim bir gün.
Kekik mi? Isirganotu mu? Pazarda soruyorum, etrafa soruyorum.
Derken evin yan tarafindaki taslik araziyi de bahçe haline getirme projesi gelistirdim. Patrick Süskind'in
Koku romanindaki adamin, kizil saçli kizin kokusunu siseleme ihtirasi gibi, taktim kafayi, illa o otu bulup
bahçeye dikecegim.
Yeni bahçeye toprak, gübre, agaçlar aldik. Her dikilen bitkiyle ilgili bir seyler ögrendikçe, kendimi
botanik ilmine daha bir yakin hissetmeye basladim. Bir gün semizotlarinm nasil çabucak yayilip
büyüdügüne sasiriyorum. Ertesi gün ilgi alanim rozet çiçekleri.
Günesin altinda, bahçenin karsisina geçip, öylece saatlerce bakiyorum.
Bir gün kendime bir arkadas buldugumu da sandim hatta.
Evin arkasina geçmisim, incir agacina bakiyorum. Öyle bir süre baktiktan sonra fark ettim ki, arkamda
bir karalti var. Genç, yazlik yerlere göre fazla giyimli, bir adam da benimle birlikte incir agacina bakiyor.
On bes dakikaya yakin öyle durduk. Sonra ben gülümseyip yürüyünce, arkamdan "Iyi günler" dedi.
Peki, iyi günler, ama sen kimsin?
Müteakip günlerde kendisiyle sürekli karsilasmaya basladik. Bahçeyi teftis saatlerim esnasinda, o da
arka bahçemize bakan taslikta ayakta duruyor ve bakiyordu. Bir süre sonra sohbet basladi, "g.a.g.'i çok
seviyoruz bu arada, esim de sizin hayraniniz!"; "A çok mersi".
Neden sonra doga âsigi arkadasimin kim oldugu ortaya çikti. Arkamizdaki evde bir devlet büyügümüz
oturuyordu, genç adam da onun korumasiydi!
Agustos basina dogru doga sevgim ayni o arsiz semizotlari gibi yayilip büyümeye basladi.
Hafta sonlari Istanbul'dan arkadaslar geliyor. Illa bahçeyi gezdirecegim.
Bu arada dikkatinizi çekerim. Dönüm dönüm dikili arazilerden falan bahsetmiyoruz. Yazlik bir evin
etrafinda dönen, toplasan 150 metrekare bahçe.
"Bak", diyorum, "buraya bu karpuzlari üç hafta önce çekirdekten diktik, nasil yeserdiler, görüyor
musun?"
Karsimdaki, "Ha iyi. Bana bak, benim yanmam lazim. Ayrica aksam Tampa'da yer ayirttin mi?"
gibisinden duyarsiz cevaplar verdiyse, onu zeytin agacindan yeni kopmus zeytinin nasil aci oldugunun
demonstrasyonunu yapmayarak cezalandiriyorum! Birak cahil kalsin. Tampa'ymis!
Tampa'ya giderken huzur veriyor muyum? Elbette hayir. Arabanin camindan yine o koku giriyor, ben
durulmasini emrediyorum.
Topuklu ayakkabilarla disari çikip koklayarak arastirmaya basliyorum. Insallah gelen
geçenden kimse görmemistir, gören de tanimamistir!
Agustos ortasina dogru bir gün, kendimi duvardaki karincalari, agzim açik seyrederken yakaladim. Iki
karinca üçüncüyü kafa ve ayaklarindan yakalamis çekmeye ugrasiyorlar, kurban ise kâh onlari üstünden
atiyor, kâh saldiriyordu. Sokak kavgasi miydi acaba? Yoksa kabile savaslari mi?
Silkinip kendime geldim ve hemen uçakta yer ayirttim. Bir sonraki asama Bodrum'a yerlesip hayatimi
batik elbiseler içinde resim yaparak geçirmekti çünkü!
Sehre gelir gelmez de yine ruh sagligimi yerine getiren seyler basladi. Trafik, acele, toplanti, is, dakikada
bir cep telefonu vizildamasi...
Tatili tadinda keseceksin. Öyle aylarca dogayla bas basa, sehir insanini bozar.
Bu arada...
O kokulu bitkinin ne oldugunu hâlâ bulabilmis degilim. Iyilestigimi suradan anliyorum ki, artik umurumda
da degil!
Günaydin ekibi nasil telef oldu?!
Reklam sektörüne karsi miyim? Asla! Reklam oyuncularina karsi miyim? Ne münasebet! Kendim bir
reklam filminde oynamaya sicak bakar miyim? Evet, çok sicak. Sadece sicak degil, daha çok sinekler!
Ben size söyleyeyim, artik bu Günaydin yazarlarindan, ben de dahil, hayir gelmez!
Yazar dedigin tarlada yetismiyor ki kardesim. Biraz ihtimam göstereceksin, pohpohlayacaksm. Sanatçi
ruhlu insan!
Önce çarsamba günü aksam üstüne dogru bir haber geldi: "Günaydin'in bütün yazarlari, Sabah'in tanitim
filmi için yarin su saatte Hadimköy'de olacak!"
Tanitim mi? Ne filmi? Hadimköy neresi?
Bu sorulara kimse kesin cevaplar vermedi. "Yahu benim yarin g.a.g. çekimim var, ne olacak? Saati
degistiremiyor muyuz? Ne giyecegiz? Konu ne?" gibi detaylarin hepsine "Ehe-heh, evet, yarin
Hadimköy'de görüsürüz" karsiliklarini aldik!
Ve ertesi gün.
Ögle sicagi. Hadimköy'ün tali yollarinda ilerliyoruz. Tarif edilen köprüyü, hatta ardindan birkaç köprüyü
daha geçmisiz, ama ortada bahsedilen çiftlik yok. Yine tarif üzerine "sagdaki
toprak yola" girdik. Bes dakikaya yakin bir ayçiçegi tarlasinda ilerledikten sonra, fakat o da ne, yol
bitti!
Uçsuz bucaksiz arazinin ortasindayiz.
Bu bir komplo muydu? Sabah yönetimi aslinda bizden kurtulmaya mi çalisiyordu?
Bu arada bir arastirmaci gazeteci olarak sunu da belirtmeliyim. Hadimköy'de orman vasfini kaybetmis
araziler pek çok, hatta her dakika yogun sekilde vasiflarini kaybetmeye devam ediyorlar! Tipki
Istanbul'un ranti yüksek baska bölgeleri gibi. Her tarafta yangin, her tarafta duman.
Sag kalarak çiftlik evine vardik.
Hani bu yil Istanbul'da sinek yok ya. Hepsi Hadimköy'de yazlikta, o yüzden!
Belki çiftlik bir at çiftligi oldugu için, belki belediyenin hayvanseverligiyle ilgili bir konu, bu çekimde bizi
sicak degil, sinekler yendi!
Gider gitmez, sag olsunlar senaryoyu anlattilar. Günaydin yazarlari tek tek bu eve geliyor ve evin hanimi
tarafindan karsilaniyor. Bunu gören komsu çok sasiriyor, bu kadar ünlünün (biz oluyoruz) yan eve
girmesinden iskillenip kapiyi çaliyor. Evin hanimi sorular karsisinda gülümseyip, "Iste buradalar" diye bir
Günaydin uzatiyor.
Ben, ünlü modacimiz Dilek Hanif, ülkeyi zayiflatan Dr. Muzaffer Kushan, tüm zamanlarin en karizma
televizyon yazari Yüksel Aytug ve sosyetemizin gözbebegi Bülent Can-kurt!
Kapida karsilanma fasli kisa ve rahatti.
Ama salonda hep birlikte evin hammiyla oturup çay içme bölümü bizi yipratti.
50 derece sicakta, bir altin günü ortaminda oturmusuz.
Yönetmenin talimatina göre "dogal bir sekilde, aramizda sohbet edecegiz"! En zoru da budur ha.
Repliklerimiz olsa oynayalim. "Kendiniz gibi olun" denince herkes suspus kesilir.
Kameralar kayda girdi. Baktim ki ekip bana güveniyor.
"Yok öyle," dedim. "Herkes konusacak. Günaydin'da yaziyorsan bedelini ödeyeceksin!"
Ben bunu söyleyince, o "Ben konusamam, yapamam, edemem" diyen Bülent Cankurt bir açilsin!
Çesme, Bodrum, nerelere gidilir, anlatiyor da anlatiyor.
Bu arada vakit ögle yemegi saatini geçmis, açliktan kiriliyoruz. Fakat Muzaffer Kushan "Su masanin
üzerinde gördügünüz kek ve kurabiyeler aslinda zehir! Seker insülini ani artirir, damarlar büzüsür, insan
çabuk yaslanir" falan diye anlattikça kimse elini uzatip bir sey almaya cesaret edemiyor. Öylece bakip
yutkunuyoruz.
Zaten bir süre sonra karasinek sürüsü tatlilari kesfetti. Onlar erken yaslanmaktan korkmuyorlardi
görünüse bakilirsa. Sonlara dogru, bizim sohbetler de artik geyige dönüsürken, "Sayin yönetmenim,"
dedim, "kekin üstü silme karasinek! Vizörden görünmüyor mu acaba?"
Yönetmenin cevabi Türkiye reklamcilik tarihine su anda geçiyor: "Evet ama sinekler kuru üzüm gibi
duruyor, problem yok!"
Yaa, Gülse Hanim, sen kösende elestir elestir reklamlari,
Allah da seni böyle çarpar!
Günaydin reklaminin bitmis hâli bakalim nasil olacak...
9 Kasım 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder