7 Kasım 2008 Cuma

GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | FASULYE DENEYİ

Çocukluğumuzun en büyük vakit kayıplarından biri, aynı zaman-da da mega hayal kırıklıklarındandır!
Fasulye deneyinden bahsediyorum.
Evde, iki kat ıslak pamuğun arasında fasulye yetiştirmek zorunda kalanlar var mı aramızda?
Çocukları bitkilerle haşır neşir etmek, tohumdan bitki nasıl çıkıyor göstermek, güzel bir fikir.
Ama niye fasulye? (
Pamuklan ıslatırsınız, fasulyeleri arasına koyarsınız.
Güneşin önünde durmalıdır ve sıcak bir yerde olmalıdır. Camın önüne kaloriferin üstüne koyarsınız. Anneniz "Ayy, ne çirkin oldu salonda!" diye şikâyet eder... Direnirsiniz.
Her gün kontrol edersiniz, pamuğu ıslak tutarsınız. Günlerce beklersiniz.
Küçük, yeşil başlar verince, pamuğu aralarsınız ki, kafasını çıkar-
sın.
En sonunda uzun, manasız, yeşil bir bitki çıkar. "Yaşasın, fasulye!" Eee.
N'olacak şimdi?
Hiç, ondan sonra o atılır. Bu kadar.
Çünkü ne yenir, ne de süs bitkisi olacak kadar güzel bir şeydir. Lüzumsuz bir deneydir.
Ne bileyim, nane yetiştirseler çocuklara, yemeklere konsa, çocuk kendini faydalı hissetse.
Sadece bu deneyle de kalmaz.
Fasulyeler farklı renklere boyanır, onlarla yazı yazılır.
Rezalet.
Fasuyle, ilköğretimde en çok zulüm gören tahıldır.
259
263
Hayvan sevenler ve sadece ilgi duyanlar!
Ayda bir aşısı, pire spreyleri, tarakları, bakımları, vitaminleri. Yok efendim, eğitimi, psikolojisi, oyunu, süs faresi, sudum, buduru... Ne bu be? Bilseydim çocuk yapardım! En azından, büyüyünce bana bakar!
Her defasında aynı şey.
Bütün hayvan dükkânlarının önünde, anne babalarının kucaklarında boy boy bebekler, çocuklar ve ben, saatlerce vitrindeki kedilere, köpeklere bakıyoruz. Büyülenmiş gibi!
Ve genellikle, mesela Himalaya cinsi, pofuduk bir kediyle aramızdaki cama rağmen sıcak bir iletişim kurduğumuz anlarda, yanımda kim varsa, ona dönüp "Haydi alayım şunu!" manasında, acıklı ve sürprizlere gebe bakışlar atıyorum.
Ancak cevap, yine kim olursa olsun, aynı: "Hadi hadi, yürü, kedi falan yok, sen onu da atarsın!"
264
Kendimi, ev hayvanları üzerinde çeşitli deneyler yapan, ruh hastası oğlan çocukları gibi hissediyorum.
Önce şunu açıklığa kavuşturayım. Kedi medi atmış değilim!
Birkaç kez alıp geri vermiş olabilirim sadece!
İşle eğlenceyi karıştırmayacaksın!
Benim hayata bakışım, felsefem, aslına bakarsanız, birçoğumuzun da aynen hissedip, açık açık söylemeye utandığı bir kural üzerine inşa edilmiştir:
Yapmak zorunda olduğun işleri mümkün olan en az çabayla tamamlamak!
İkinci, belki de daha önemli bir hayat kuralım da, yaşadığım her şeyi "ciddi iş" ve "eğlence" şeklinde ikiye ayırmaktır.
Yazı yazmak, kariyer, sağlık, ev hayatı, ciddi işlerdendir örneğin.
Arkadaşlıklar, ilişkiler, yemek yemek, kitaplar, filmler, cilt bakımı, seyahat, spor gibi alanlarsa "eğlence" kategorisine girer benim için.
Yani bu konularda zorunluluk, sorumluluk, belli saatler, kurallar olmamalı ve bu konular, benim isteğim dışında (örneğin fazla gezip tozup yorgun düşmek gibi durumlar hariç) yorgunluk kaynağı olmamalıdır.
Bunun için "En son ben aramıştım, şimdi sen arayacaksın, yoksa küserim!" tipi arkadaşlıklardan kaçınırım!
Bu yüzden, arkadaşlarımın hepsi, övünmek gibi olmasın, birinci sınıftır. "İdare edilen", "mecburen görüşülen" kimse yoktur aralarında.
Yirmi mekik, kırk dakika yürüme, yirmi dakika kondisyon bisikleti gibi programlı sporlardan kaçarım.
Dans etmeyi, stilsiz, şapır şupur sular sıçratarak ve kendime göre su balesi yaparak yüzmeyi tercih ederim!
Yemeğin tadını beğenmezsem aç kalmayı yeğlerim, ama bir oturuşta üç porsiyon İnci profiterol de yerim! Uzatmayalım. Evcil hayvan sahibi olmak, bu ikinci grupta zannederdim
hep.
Çocuk yapsam daha mı kolay?
Bu arada kedilere de bayılırım.
Hatta, neredeyse, yaşlı ve hayatta kimsesi olmayan kedi sever kadınlar gibi, oradan buradan kesilmiş kedi fotoğraflarını da etrafa gösterebilecek potansiyeli kendimde görüyorum.
Uzatmayayım...
İki sene önceydi. Bir tanıdıktan iki tane yavru kedi aldım!
Biri siyah, zayıf ve çekingen, öteki beyaz, şişko, gayet sosyal bir tip. Ve bunlar iki erkek kardeş.
Çocukluğumda, bahçede beslediğim kedilerden alışmışım.
Kedi mır mır kucağına gelir, seversin, oynarsın, bu kadar. Arada da yemek verip yemesini seyredersin. Pek şeker yerler kediler.
Gerisine karışmazsın. O kedinin sorumluluğudur.
Öyle değilmiş.
Kediler geldi. Ve tuvalet problemi ortaya çıktı.
Tuvalet aldık, kum aldık. Yerini beğenmediler. Mamanın özel cinsi varmış, bebekler onu yermiş. Nasıl kokuyor anlatamam, balıklı, tavuklu pötibör bisküvi düşünün, feci.
Gittim, ev şeklinde yatak aldım. Elbette asla orada uyumuyorlar. Yazıcının üstü favori yerleri. Kâğıtlar tüy içinde.
Titizliğim tuttu mu sana. Tuvaletlerini arka balkona koydum ve fakat girip çıkamıyorlar. Kapıyı aralık bırakıyorum, üşüyüp başka yerlere kaçıyorlar. Kendilerini sevdirmiyorlar, kaçıyorlar. İkinci gün veterinerde aldık soluğu. Orada kedi sahipleriyle ahbap olduk. Genellikle üstü başı tüy içinde, mutlu ve sakin insanlar!
N l <
,4
256
Birinin kedisi geçen sene kist aldırmış, "Bir hafta Pasiflora'y-la ayakta durdum," diyor.
Ayda bir aşıları varmış, yok efendim pire spreyleri, tarakları, bakımları, vitaminleri. Eğitimi, psikolojisi, oyunu, süs faresi, şu-duru, buduru...
Yahu bilseydim çocuk yapardım! En azından büyüyünce bana bakar.
Üçüncü gün, pire spreyi sıkıp tarama faslından sonra, tırmık ve tıslamalar eşliğinde, hiç sevilmediğimi anladım.
Bu soğuk savaş birkaç gün sürdü. Sonra bana değil ama ortama alıştılar. Evin bir ucundan öteki ucuna kovalamaca oynuyorlar, atlayıp zıplayıp vahşi hareketler yapıyorlar, çok eğleniyorlar, fakat kırıp döküyorlar ve ben, sadece tuvalet temizleyip, mama veren, tırmıklanarak pire spreyi sıkan, antipatik yurt müdiresi rolündeyim.
Hiç sevmedim. Sorumluluk, zorunluluk, iş, yorgunluk. Bahçe kedileri böyle değildi. Hani eğlence?
Ve iki kardeşi, eminim çok mutlu oldukları eve, annelerinin oturduğu yere geri yolladım. Rengârenk oyuncakları, evleri, yastıkları ve mamalarıyla.
İki hafta sürdü.
Yılmayıp, bundan bir yıl sonra aldığım, çok daha şirin, çok daha iyi huylu ve fakat çok daha beyaz ve dökülen tüylü Van kedisi "Van Damme'la olan kısa ama düzeyli ilişkimi ise başka gün anlatırım.
Zaten benzer bir hikâye. Tek fark, sebebin tüyler olması.
Hayvanseverler, size sesleniyorum. Benim gibileri hayvan dükkânlarına yaklaştırmayın, yaklaştıranları uyarın.
Bizden ne köy olur ne kasaba...



GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | Alıntıdır..

Hiç yorum yok: