9 Kasım 2008 Pazar

Çesme'ye neler olmus?!

Peki, haydi, Bodrum da güzel, Çesme de iyi. Zaten memleketin her kösesi benim için birdir, deyip,
Çesme izlenimlerime basliyorum.
Hâlâ vaktiniz var. Gidin görün.
"Iyi gelisme", "dokuyu bozmadan yenileme", "kisilikli büyüme" konusunda Çesme'nin Alaçati'si bütün
Türkiye'ye ders olsun.
Alaçati, sanki Türkiye falan degil. Güney Italya olabilir, zengin bir Ispanyol kasabasi olabilir. Yazlik
yerlerde görmeye alistigimiz kesmekesten burada eser yok.
Köy gelisti, protesto edelim!
Yanlis anlasilmasin. "Buraya da market açildi, eylem ya-pahm"cilardan asla degilim. Köyler, kasabalar,
gelissin, zenginlessin isterim hep. Ama çatisiz gecekondu apartmanlardan, derme çatma dükkânlardan,
çilginlar gibi para getirebilecek tarihi eserlerin yikilip, aptalca binalar, uydurukluklar yapilmasindan da o
kadar sikildik ki.
Çesme'de de olmus bunlar. Mesela Çesme'nin Aya Yorgi'sinde
bes tane tarihi kilise varmis. Bir tane kalmis. Kimisi ev yapmak için taslarini alarak yok etmis
kiliseleri. Kimisi de o bölge sit alani ilan edilmesin de çok insaat yapilsin diye eserleri ortadan kaldirmis.
Ve bence bu yüzden, su anda Aya Yorgi'nin degeri uzun vadede daha düsük. Ama bir dakika, ben
Alaçati'yi anlatacagim.
En iyisi bastan baslamak.
Çesme'yi nasil bilirsiniz? Izmir'in yazligidir, denizi rüzgârlidir, sosyetiktir, bu yil popülerlikte Bodrum'u
sollar gibi oldu, bunlar, degil mi?
Dalyan'da balik yenir, Aya Yorgi hem dalgasiz denizi, hem havali restoranlari, barlariyla iyidir, hostur.
Çesme çarsisindan sakiz reçeli alinir, sudur budur.
Benim bildiklerim bu kadardi.
Bodrum'u hiçbir yere degismem.
Ama Çesme'nin, yillardir sadece üç bes pansiyonlu bir sörf merkezi ve eski mahalleleri olan Alaçati'si
var ya... Iste oraya çarpildim.
Alaçati bir film dekoru
Dar, Arnavut kaldirimi yollar. Restore edilmis, bembeyaz badanali, eski tas Rum evleri.
Gürültü yok, pislik yok, curcuna yok. Turist dolu, ama meydandaki kahvede de Çesme'nin halki
oturuyor. Kapilarin önünde hâlâ nineler tig isi yapiyor.
Adeta bir film dekoru.
O eski evlere girdiginizde saskinliktan agziniz açik kaliyor. Içerisi, Istanbul'da bile az bulanan özen ve
zevkle dekore edilmis. Kafeler, restoranlar, avlusu havuzlu harikulade butik oteller.
Ben nereye geldim?!
Agrilia'yi alin mesela. Yerler çini mozaik, tepede pervaneler. 1800'lerden kalma bir üzüm ve tütün
deposu burasi. New
York'ta görsen "Vay be," dersin, "ne kadar orijinal"! Yemekler lezzetli, votkali gelincik serbeti bile var!
Ya da Tuval. Tas ^duvarlar, hos atmosfer, çok basarili bir tatli mönüsü.
Sanat galerili Cafe Çati. Veya lüksün kitabini yazmis, zey-tinyag meraklisi restoran La Folie. Dünya
üzerinde gördügüm en özgün butik otellerden ikisi, Tas Otel ve O Ev. Hangi birini anlatayim? Ve bütün
bunlar ufacik bir bölgede yan yana.
Alaçati para basiyor! Gayrimenkul fiyatlari ona on bese katlanmis. Issizlik bitmis. Halk "köse olmus"
resmen!
Yemek yedik, yemek sonrasi kahve içtik, dolandik durduk Alaçati'da. Bir türlü birakamadik.
Sonra da ayni mahallede, daha geleneksel, "muhallebici" Imren'den birer sakizli muhallebi aldik. Kapinin
önüne sandalyeler attirdik ve gelene geçene baka baka muhallebilerimizi yedik! Sahaneydi.
Bu arada Alaçati'da hafta sonlari bir de antika pazari kuruluyor. O da enteresan.
Yalniz aklinizda bulunsun. Alaçati gündüzleri çok sicak. Bu yüzden 14.00 ile 18.00 arasi siesta zamani,
bazi yerler kapali.
Benim gördügüm filmi görmek istiyorsaniz Alaçati'ya aksam saatlerinde gidin. Pisman olmazsiniz.
Kapinin önünde oturmak...
Alaçati'da kapinin önüne sandalye atip, gelene geçene bakarak muhallebi yedik dedim ya.
Hayatimin en zevkli anlari arasinda ilk yirmiye girebilirdi bu dakikalar!
Bu noktada âcizane teorimden de bahsetmek isterim.
Gelisigüzel seçilmis herhangi bir insan için, lezzetli bir sey yiyip içip, ayni anda oyalayici görüntüler
seyretmekten olusan eglencenin yerini çok az sey tutabilir.
Bakiniz çekirdek-televizyon, patlamis misir-sinema, raki-manzara, spagetti-karsinizda sohbet eden
arkadaslar... Liste uzatilabilir. Ama çagdas insanin ideal eglencesi, bence görme ve tat alma duyularini
ayni anda beslemenin çesitlemeleridir.
Diger duyu kombinasyonlari asla bunlar olamayacaklardir.
Bu eglence türünün en kolay ulasilir, ucuz, dertsiz ve popüler olani da kapinin önünde oturup atistirarak
geleni geçeni seyretmektir.
Sicak iklim insanlari, daha dogrusu sicak iklim insanlarinin alt ve orta siniflari bunu bilir ve doyasiya
yasarlar.
Bizim gibi "kokoslar" da, burun kivirarak bu zevki iskalar!
Ama bu defa biz iskalamadik. Uzun yillardir özendigim, ve
ülkemizde sik rastlanan bu uygulamayi, Imren muhallebicisinin plastik sandalyelerinde gerçeklestirdik!
Teee, yillar önce. Agir Roman filmi çekiliyor. Yer Tarlaba-si. Acar gazeteci Gülse, Mustafa Altioklar'la
yerinde röportaj yapmak için gecenin bir yarisi Tarlabasi'nda yapilan çekimlerde.
Mustafa "Susturun insanlari!" diyor. Görevliler kapilarin önünde, pencerelerde oturup, çekimleri,
özellikle de Müjde Ar ve Okan Bayülgen'li sahneleri dikkatle seyreden, ama çekim aralarinda hep bir
agizdan dedikoduya baslayan halki susturuyorlar. Çit yok!
Çekim basliyor, fakat o da ne?
Çit yok derken, yüzlerce, binlerce çit var! Tarlabasi çitirdi-yor. Kimse konusmuyor, kimse hareket
etmiyor, ama oyuncularin konusmalarinin altinda söyle bir ses: "Çitçitçtiçitirçit-çit..."!
Tarlabasi halki gürültü yapmiyor.
Ama kimse onlari, ünlüleri seyrederken çekirdek çitlatma zevkinden de mahrum birakamiyor! Mahalle
almis torba torba çekirdek, oturmus kapilarin önüne, sahne heyecanlan-dikça çitliyor da çitliyor. Ve tabii
Mustafa deliriyor!
Alaçati'da kapi önü muhallebi keyfi yaptiktan sonra, artik Tarlabasi halkini çok iyi anliyorum. Kimbilir
ne eglendiler o gecelerde.
Deneyin, siz de birakamayacaksiniz!

Hiç yorum yok: