7 Kasım 2008 Cuma

GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | SEN BENİM kim OLDUĞUMU BİLSEN N'OLCAk?

SEN BENİM kim OLDUĞUMU BİLSEN N'OLCAk?
Tehditlerin çoğu, yapanı komik duruma düşürmekten başka bir işe yaramaz.
"Bir daha seni burada görmeyeyim, bacaklarını kırarım"ın, hakikilik açısından, "Yemeğini yemezsen seni öcülere veririrrTden pek bir farkı yoktur.
Bir de daha üstü kapalı tehditler vardır.
Mesela bir klasik olan:
"Sen benim kim olduğumu biliyor musun?"
Genellikle "Yo, bilmiyorum, kimsin?" denmez.
Bu tehdit, arkasından başedilemeyecek bir gerçek çıkması ihtimaline karşılık, "Bana ne lan, kimsen kimsin!" diye üstünkörü geçiştirilir.
Zaten "Kimsin bakalım?" dense de, kimse: "Eh, ben 1965, izmit doğumluyum. Hesap uzmanıyım, özel bir şirkette çalışıyorum. Hobilerim arasında kartpostal biriktirmek..." falan diye anlatmaz.
Genellikle:
"Ben bilmemkimin yeğeniyim!" diye bağırılır!
Böyle bir şey vardır.
Kimse, nedense, önemli birinin oğlu, kardeşi, komşusu, asker arkadaşı falan olduğunu iddia etmez.
Herkes muhakkak o adamın yeğenidir.
Yeğenlik kavramı önemlidir.
Torpil yaptırabilecek kadar yakın ve kutsal, ama yalanın ortaya çıkması ihtimalinde de, "Canım, yeğeni dediysek memleketlisi," veya "Canım, yeğeni dediysek, uzaktaan," diye idare edilebilecek, bıçak sırtında, kendine özgü bir akrabalık ilişkisidir!
219
221
a» |
11'
"Çıkma"mn görgülüsü
Okuduk, inceledik... İşte evlilik öncesi, çıkma, iltifat kabul etme, nişan bozma gibi ilişkilerle ilgili görgü kurallarının Frenkçe kitaplarda yazanı. Yani doğrusu. Yalnız tabii, gerçek hayat, her zaman kitaplar-daki gibi olmayabilir.
Yine eşsiz bir hizmet peşindeyim.
İşyeriın yeni binasına taşındı.
Ve benim 11 yıllık iş hayatı sonrası hâlâ bir odam yok!
Ne var ki bu defa sağ olsunlar, en azından hizmetime özel bir bölme vermişler. Bir çalışma masası, sandalyesi, önünde bir sehpa ve bir misafir koltuğundan oluşuyor. Sağ taraf cam, önünde bir
bitki. Etrafı da ferah.
Yani dört de duvar koysalar basbayağı oda olacak. Tek o
eksik.
224
!l
Bu da bir şeydir. Şikâyetimiz yok. Biz basın emekçisiyiz, her zaman halkla iç içeyiz!
Ve fakat, fena halde "danışma" havasmdayım. Bütün gün bu:
"Muhasebe nerede?"
"Aktüel kaçıncı kat?"
"Burada kahve makinesi var mı?"
Sadece bunlar olsa iyi. Masanın önündeki sehpayla koltuğu cazip bulan eş dost, kahvesini kaptığı gibi, soluğu benim "danış-ma"da alıyor.
Mevsimden midir, son günlerde Ahmet Altan'ın kitabı, Richard Gere'in filminden midir nedir, herkes hasar gören ilişkilerden dertli.
Nedir bunun raconu?
Metropol hayatı bizi duman ediyor.
Sadece işin duygusal tarafıyla değil, pratik problemleriyle de uğraşmak zorunda kalıyoruz:
"O beni iki kere aradı, ben onu arasam mı?", "Mesafe koyup akşam değil öğlen buluşsak diyeceğim ama, öğlende ben çalışıyorum!", "Ayrıldık da, ortak arkadaşları nasıl paylaşsak?", "Be-yoğlu'nda benimkiyle yürürken, eski sevgilimle karşılaştık, tanış-tırsa mıydım, ayıp mı oldu!"...
Gelip derileşenlerin yüz çeşit stresinden doksanı "Neyi nasıl yapsaydım"la ilgili. Oturup sesli düşünüyorlar.
"Kemküm, ben de tam yazı yazıyordum" falan, nafile!
Doğrudur, aile terbiyesi sınırları içinde insana çatal bıçak tutmayı, "Ha" değil "Efendim" demeyi öğretirler de, aşk meşk mevzularında medeniyetten hiç bahsedilmez.
Derken elime bir kitap geçti: Modern Görgü. Yazar, İngiliz 'Drusilla Beyfus. 90'larda yazılmış, yani çağdaş bir eser.
Çıkma teklifinden, boşanırken mücevherlerin geri verilmesine kadar, aklınıza gelen bütün alengirli konular, görgü kuralları çerçevesinde, detayları ve bütün olası senaryolar düşünülerek kaleme alınmış.
En sık duyduğum sorunlar ve en ilginç bulduğum çözümleri bu yazıya alıyor, ofisteki misafir koltuğumu ise bundan sonra sadece işle ilgili konular, dedikodu ve kaliteli geyik amaçlı çalışma arkadaşlarımla sınırlıyorum!
Hizmetim budur, okuyan öğrensin, arzu eden kesip saklasın.
iltifat kabul etme:
iltifat edilen kadın gizemli bir biçimde gülümseyebilir, utanmadan neşelenebilir, iltifat fazla iddialıysa reddedebilir veya sıcak bir teşekkürle karşılık verebilir.
Yazarın gözden kaçırdığı hangi iltifata, bunların hangisinin yapılacağı. "Deniz Akkaya'da bile böyle bacak yok!" cümlesinin ardından "Ay çok sevindim, yaşasın!" diye utanmadan neşelenme, "Ayşe Hanım, bu ömrümde yediğim en iyi su böreği!" iltifatı karşısında gizemli gülümseme uygun kaçmayabilir.
Bu hususlara dikkat ediniz.
Çıkma teklifini reddetme:
En problemli çıkma teklifleri arasında "Seni ne zaman arayabilirim? " ve "Ne zaman dışarı çıkabiliriz? " gibi ucu açık sorular sayılabilir. Bunlar yalanın manevra alanım daraltan tekliflerdir. Böyle bir durumda araya tatil vb. imkânsızlıkların girmediği bir altı hafta veya daha uzun süre sonrasının tarihi verilebilir. Teklifi yapan erkek de çok kalın kafalı değilse anlar.
Yani "Ne zaman boşsun?" sorusuna, "Valla bilemiyorum, gelecek yaz bir ara bakalım!" gibi bir pişkinlik son derece uygundur.
"Çıkma teklifi" tamlaması, lise yıllarını hatırlatsa da, Türkçesi bu.
O yıllarda "Benimle çıkar mısın" diye teklif edilirdi; cumar-tesi günleri pizzacı ve film matinesi anlamına gelirdi.
Kızlar birbirlerine "Kaç çıkma teklifi aldın?" diye sorarlardı ve bu konuda rekabet çok acımasızdı!
225
Cici kızlar, çıkma tekliflerinin nasıl reddedileceği konusunda uzman olmuşlardı. Bahaneler çok seri sıralanırdı: "Annemlerle yemeğe gideceğim", "Ders çalışmam lazım", "Grip oldum", "Alışveriş yapacağım", "Babam izin vermez"... "Yazar bence bu konuda zayzf kalmış!
Nişan bozma:
Bizde "nişanı atma" diye tabir edilir. "Yüzüğü attı" da derler. Genellikle gerek nişanlılar gerek aileler arasında kavga dövüş çıktığından, en iyi ihtimalle yüzük birinin kafasına atıldığından olabilir bu.
Oysa yazar başka şeyler söylüyor:
Nişanı bozan hangi taraf olursa olsun, bunu açıklamak kadının görevidir. Arkadaş ve akrabalara telefon edilir, daha resmi düğün davetlilerine evliliğin gerçekleşmeyeceğine dair notlar gönderilir. Her şekilde, sebep açıklanmaz. Tarafların y akınları meraklarını kontrol etmek durumundadırlar.
Ben öyle bir yakın tanımıyorum! Kim ayrılırsa ayrılsın, ilk soru "Neden ayrılmışlar"dır ve düğünün kendisinden, gelinliğin modelinden, âşıkların nasıl tanıştıklarından çok daha cazip ve lezzetli bir dedikodu malzemesidir!
Bu hususlara dikkat ediniz.
Eğer iş, evlilik aşamasına geldiyse, o konuda başarılı olmak için, zannediyorum kimsenin yazabileceği belirgin kurallar yok.
İçgüdülerinizle hareket edin!
Dostlarım bana Gülse der!
Evlendikten sonra, kadın için, şu soyadı işi bir kâbus. Eskisi, yenisi, ikisi birden, neyi seçersen seç, sanki
başka bir fraksiyona üye oluyorsun. Tarafsız kalmak mümkün değil!
g.a.g. programının montajı yapılıyor.
Bir telefon:
"Gülse Hanım, programda ekrana isminizi yazacağız. Hangi soyadını kullanıyorsunuz?"
Eyvaaah!
O kadar bela bir iş ki. '
Bu yüzden neler geldi başıma.
Evlendiğimde Şener olan soyadımı, dergideki editör yazılarımda Birsel diye değiştirince, Sex and the City kızları sinir-lendi.
Selahattin Duman da "Şu bizim Gülse Şener koskoca dergi editörü ama, feministlere inat, kocasının soyadını aldı. Bravo, kadın dediğin böyle olur!" gibi bir yazı yazıp beni iyice bitirdi!
Gülse Şener kalsa ayıp. "Ben senin soyadını almam, arka. daş!" gibi kompleksli, lüzumsuz bir tavır.
Gülse Şener Birsel ise asla olmaz!
Büyük tektaş, Çırağan'da düğün, çift soyadı!
İki soyadı, en sinir olduğum şey. "Ben evliyim ama ezdirmem kendimi!" veya "Ben evlenmeden önce öyle önemli bir insan, öyle bir şöhrettim ki, geniş çevrem ve hayranlarım anlasın diye eski soyadımı da tutuyorum!" tavrı...
İsmin bir marka haline gelmiş olsa neyse...
Üniversiteden mezun olduk, bir sınıf arkadaşımız hemen ev-leniverdi.
Bir baktık, çift soyadı kullanıyor.
227
228
Hayatında hiç çalışmamış. Ünlü olmayı bırakın, sınıfta bile pek tanıyan yoktu!
İki soyadı da "er"le bitiyor mu sana!
Bu çift soyadı işi, resmi belgelerde kolaylık sağlaması dışında, tektaş yüzük, Çırağan'da düğün gibi, statü ve hava atma vesilesi olmuş bence!
"Ben şehirli, modern ve şık bir kadınım!" demenin bir yolu.
"Herkes öyle yapıyor, benim neyim eksik?" diye düşünen, Meksika dizilerindeki gibi uzun isimlerle dolaşıyor. Mesela, Ayşe Gülay gibi ilk ismi de ikili olanların durumu daha da vahim.
Godard'ın Weekend filminde, üst sınıf bir burjuva çiftin arabasına bir hippi atlar ve kafalarına silah dayayıp çifti sorgulamaya başlar. :.,:.--
Kadına sorar:
"Senin adın ne?" t
Kadın ismini ve soyadını söyler. Hippi kızar:
"O senin kocanın ismi, senin adın ne?"
Kadın bu defa ilk isminin sonuna kızlık soyadını takar. Hippi yine mutlu olmaz:
"Bu da babanın adı, senin kendi ismin yok mu?!"
Zaman zaman misojen olmakla eleştirilen Jean-Luc Go-dard, sistemin temelini özetleyen gayet feminist bir mesaj vermektedir.
Şener, Birsel, ya da Şener Birsel...
Dostlarım bana Gülse der!
Dünya Kadınlar Günü'nü idrak ettiğimiz şu günlerde, erkeklerle aynı işi yapan kadınların daha az para alması konusunda bu kadar yaygara yapmayan ve şu soyadı işini her kadın için probleme dönüştüren bazı feminist arkadaşlara sevgilerimle...




GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | Alıntıdır

Hiç yorum yok: