9 Kasım 2008 Pazar

Çesme'ye neler olmus?!

Peki, haydi, Bodrum da güzel, Çesme de iyi. Zaten memleketin her kösesi benim için birdir, deyip,
Çesme izlenimlerime basliyorum.
Hâlâ vaktiniz var. Gidin görün.
"Iyi gelisme", "dokuyu bozmadan yenileme", "kisilikli büyüme" konusunda Çesme'nin Alaçati'si bütün
Türkiye'ye ders olsun.
Alaçati, sanki Türkiye falan degil. Güney Italya olabilir, zengin bir Ispanyol kasabasi olabilir. Yazlik
yerlerde görmeye alistigimiz kesmekesten burada eser yok.
Köy gelisti, protesto edelim!
Yanlis anlasilmasin. "Buraya da market açildi, eylem ya-pahm"cilardan asla degilim. Köyler, kasabalar,
gelissin, zenginlessin isterim hep. Ama çatisiz gecekondu apartmanlardan, derme çatma dükkânlardan,
çilginlar gibi para getirebilecek tarihi eserlerin yikilip, aptalca binalar, uydurukluklar yapilmasindan da o
kadar sikildik ki.
Çesme'de de olmus bunlar. Mesela Çesme'nin Aya Yorgi'sinde
bes tane tarihi kilise varmis. Bir tane kalmis. Kimisi ev yapmak için taslarini alarak yok etmis
kiliseleri. Kimisi de o bölge sit alani ilan edilmesin de çok insaat yapilsin diye eserleri ortadan kaldirmis.
Ve bence bu yüzden, su anda Aya Yorgi'nin degeri uzun vadede daha düsük. Ama bir dakika, ben
Alaçati'yi anlatacagim.
En iyisi bastan baslamak.
Çesme'yi nasil bilirsiniz? Izmir'in yazligidir, denizi rüzgârlidir, sosyetiktir, bu yil popülerlikte Bodrum'u
sollar gibi oldu, bunlar, degil mi?
Dalyan'da balik yenir, Aya Yorgi hem dalgasiz denizi, hem havali restoranlari, barlariyla iyidir, hostur.
Çesme çarsisindan sakiz reçeli alinir, sudur budur.
Benim bildiklerim bu kadardi.
Bodrum'u hiçbir yere degismem.
Ama Çesme'nin, yillardir sadece üç bes pansiyonlu bir sörf merkezi ve eski mahalleleri olan Alaçati'si
var ya... Iste oraya çarpildim.
Alaçati bir film dekoru
Dar, Arnavut kaldirimi yollar. Restore edilmis, bembeyaz badanali, eski tas Rum evleri.
Gürültü yok, pislik yok, curcuna yok. Turist dolu, ama meydandaki kahvede de Çesme'nin halki
oturuyor. Kapilarin önünde hâlâ nineler tig isi yapiyor.
Adeta bir film dekoru.
O eski evlere girdiginizde saskinliktan agziniz açik kaliyor. Içerisi, Istanbul'da bile az bulanan özen ve
zevkle dekore edilmis. Kafeler, restoranlar, avlusu havuzlu harikulade butik oteller.
Ben nereye geldim?!
Agrilia'yi alin mesela. Yerler çini mozaik, tepede pervaneler. 1800'lerden kalma bir üzüm ve tütün
deposu burasi. New
York'ta görsen "Vay be," dersin, "ne kadar orijinal"! Yemekler lezzetli, votkali gelincik serbeti bile var!
Ya da Tuval. Tas ^duvarlar, hos atmosfer, çok basarili bir tatli mönüsü.
Sanat galerili Cafe Çati. Veya lüksün kitabini yazmis, zey-tinyag meraklisi restoran La Folie. Dünya
üzerinde gördügüm en özgün butik otellerden ikisi, Tas Otel ve O Ev. Hangi birini anlatayim? Ve bütün
bunlar ufacik bir bölgede yan yana.
Alaçati para basiyor! Gayrimenkul fiyatlari ona on bese katlanmis. Issizlik bitmis. Halk "köse olmus"
resmen!
Yemek yedik, yemek sonrasi kahve içtik, dolandik durduk Alaçati'da. Bir türlü birakamadik.
Sonra da ayni mahallede, daha geleneksel, "muhallebici" Imren'den birer sakizli muhallebi aldik. Kapinin
önüne sandalyeler attirdik ve gelene geçene baka baka muhallebilerimizi yedik! Sahaneydi.
Bu arada Alaçati'da hafta sonlari bir de antika pazari kuruluyor. O da enteresan.
Yalniz aklinizda bulunsun. Alaçati gündüzleri çok sicak. Bu yüzden 14.00 ile 18.00 arasi siesta zamani,
bazi yerler kapali.
Benim gördügüm filmi görmek istiyorsaniz Alaçati'ya aksam saatlerinde gidin. Pisman olmazsiniz.
Kapinin önünde oturmak...
Alaçati'da kapinin önüne sandalye atip, gelene geçene bakarak muhallebi yedik dedim ya.
Hayatimin en zevkli anlari arasinda ilk yirmiye girebilirdi bu dakikalar!
Bu noktada âcizane teorimden de bahsetmek isterim.
Gelisigüzel seçilmis herhangi bir insan için, lezzetli bir sey yiyip içip, ayni anda oyalayici görüntüler
seyretmekten olusan eglencenin yerini çok az sey tutabilir.
Bakiniz çekirdek-televizyon, patlamis misir-sinema, raki-manzara, spagetti-karsinizda sohbet eden
arkadaslar... Liste uzatilabilir. Ama çagdas insanin ideal eglencesi, bence görme ve tat alma duyularini
ayni anda beslemenin çesitlemeleridir.
Diger duyu kombinasyonlari asla bunlar olamayacaklardir.
Bu eglence türünün en kolay ulasilir, ucuz, dertsiz ve popüler olani da kapinin önünde oturup atistirarak
geleni geçeni seyretmektir.
Sicak iklim insanlari, daha dogrusu sicak iklim insanlarinin alt ve orta siniflari bunu bilir ve doyasiya
yasarlar.
Bizim gibi "kokoslar" da, burun kivirarak bu zevki iskalar!
Ama bu defa biz iskalamadik. Uzun yillardir özendigim, ve
ülkemizde sik rastlanan bu uygulamayi, Imren muhallebicisinin plastik sandalyelerinde gerçeklestirdik!
Teee, yillar önce. Agir Roman filmi çekiliyor. Yer Tarlaba-si. Acar gazeteci Gülse, Mustafa Altioklar'la
yerinde röportaj yapmak için gecenin bir yarisi Tarlabasi'nda yapilan çekimlerde.
Mustafa "Susturun insanlari!" diyor. Görevliler kapilarin önünde, pencerelerde oturup, çekimleri,
özellikle de Müjde Ar ve Okan Bayülgen'li sahneleri dikkatle seyreden, ama çekim aralarinda hep bir
agizdan dedikoduya baslayan halki susturuyorlar. Çit yok!
Çekim basliyor, fakat o da ne?
Çit yok derken, yüzlerce, binlerce çit var! Tarlabasi çitirdi-yor. Kimse konusmuyor, kimse hareket
etmiyor, ama oyuncularin konusmalarinin altinda söyle bir ses: "Çitçitçtiçitirçit-çit..."!
Tarlabasi halki gürültü yapmiyor.
Ama kimse onlari, ünlüleri seyrederken çekirdek çitlatma zevkinden de mahrum birakamiyor! Mahalle
almis torba torba çekirdek, oturmus kapilarin önüne, sahne heyecanlan-dikça çitliyor da çitliyor. Ve tabii
Mustafa deliriyor!
Alaçati'da kapi önü muhallebi keyfi yaptiktan sonra, artik Tarlabasi halkini çok iyi anliyorum. Kimbilir
ne eglendiler o gecelerde.
Deneyin, siz de birakamayacaksiniz!

Dogaya elini ver, kolunu kaptir!

Bodrum Bodrum, tamam da, bir yere kadar. Sen sehir insanisin, ne isin var bu kadar zaman bahçede
bagda? Baktim is çigirindan çikiyor, döndüm bak, geldim simdi...
Paçayi zor kurtardim! Biraz daha Bodrum'da kalsaydim Gülse elden gidiyordu haberiniz olsun.
Masum belirtilerle basladi. Deniz kiyisina yürürken "Alla-him bu koku nedir" diye merak ettim bir gün.
Kekik mi? Isirganotu mu? Pazarda soruyorum, etrafa soruyorum.
Derken evin yan tarafindaki taslik araziyi de bahçe haline getirme projesi gelistirdim. Patrick Süskind'in
Koku romanindaki adamin, kizil saçli kizin kokusunu siseleme ihtirasi gibi, taktim kafayi, illa o otu bulup
bahçeye dikecegim.
Yeni bahçeye toprak, gübre, agaçlar aldik. Her dikilen bitkiyle ilgili bir seyler ögrendikçe, kendimi
botanik ilmine daha bir yakin hissetmeye basladim. Bir gün semizotlarinm nasil çabucak yayilip
büyüdügüne sasiriyorum. Ertesi gün ilgi alanim rozet çiçekleri.
Günesin altinda, bahçenin karsisina geçip, öylece saatlerce bakiyorum.
Bir gün kendime bir arkadas buldugumu da sandim hatta.
Evin arkasina geçmisim, incir agacina bakiyorum. Öyle bir süre baktiktan sonra fark ettim ki, arkamda
bir karalti var. Genç, yazlik yerlere göre fazla giyimli, bir adam da benimle birlikte incir agacina bakiyor.
On bes dakikaya yakin öyle durduk. Sonra ben gülümseyip yürüyünce, arkamdan "Iyi günler" dedi.
Peki, iyi günler, ama sen kimsin?
Müteakip günlerde kendisiyle sürekli karsilasmaya basladik. Bahçeyi teftis saatlerim esnasinda, o da
arka bahçemize bakan taslikta ayakta duruyor ve bakiyordu. Bir süre sonra sohbet basladi, "g.a.g.'i çok
seviyoruz bu arada, esim de sizin hayraniniz!"; "A çok mersi".
Neden sonra doga âsigi arkadasimin kim oldugu ortaya çikti. Arkamizdaki evde bir devlet büyügümüz
oturuyordu, genç adam da onun korumasiydi!
Agustos basina dogru doga sevgim ayni o arsiz semizotlari gibi yayilip büyümeye basladi.
Hafta sonlari Istanbul'dan arkadaslar geliyor. Illa bahçeyi gezdirecegim.
Bu arada dikkatinizi çekerim. Dönüm dönüm dikili arazilerden falan bahsetmiyoruz. Yazlik bir evin
etrafinda dönen, toplasan 150 metrekare bahçe.
"Bak", diyorum, "buraya bu karpuzlari üç hafta önce çekirdekten diktik, nasil yeserdiler, görüyor
musun?"
Karsimdaki, "Ha iyi. Bana bak, benim yanmam lazim. Ayrica aksam Tampa'da yer ayirttin mi?"
gibisinden duyarsiz cevaplar verdiyse, onu zeytin agacindan yeni kopmus zeytinin nasil aci oldugunun
demonstrasyonunu yapmayarak cezalandiriyorum! Birak cahil kalsin. Tampa'ymis!
Tampa'ya giderken huzur veriyor muyum? Elbette hayir. Arabanin camindan yine o koku giriyor, ben
durulmasini emrediyorum.
Topuklu ayakkabilarla disari çikip koklayarak arastirmaya basliyorum. Insallah gelen
geçenden kimse görmemistir, gören de tanimamistir!
Agustos ortasina dogru bir gün, kendimi duvardaki karincalari, agzim açik seyrederken yakaladim. Iki
karinca üçüncüyü kafa ve ayaklarindan yakalamis çekmeye ugrasiyorlar, kurban ise kâh onlari üstünden
atiyor, kâh saldiriyordu. Sokak kavgasi miydi acaba? Yoksa kabile savaslari mi?
Silkinip kendime geldim ve hemen uçakta yer ayirttim. Bir sonraki asama Bodrum'a yerlesip hayatimi
batik elbiseler içinde resim yaparak geçirmekti çünkü!
Sehre gelir gelmez de yine ruh sagligimi yerine getiren seyler basladi. Trafik, acele, toplanti, is, dakikada
bir cep telefonu vizildamasi...
Tatili tadinda keseceksin. Öyle aylarca dogayla bas basa, sehir insanini bozar.
Bu arada...
O kokulu bitkinin ne oldugunu hâlâ bulabilmis degilim. Iyilestigimi suradan anliyorum ki, artik umurumda
da degil!
Günaydin ekibi nasil telef oldu?!
Reklam sektörüne karsi miyim? Asla! Reklam oyuncularina karsi miyim? Ne münasebet! Kendim bir
reklam filminde oynamaya sicak bakar miyim? Evet, çok sicak. Sadece sicak degil, daha çok sinekler!
Ben size söyleyeyim, artik bu Günaydin yazarlarindan, ben de dahil, hayir gelmez!
Yazar dedigin tarlada yetismiyor ki kardesim. Biraz ihtimam göstereceksin, pohpohlayacaksm. Sanatçi
ruhlu insan!
Önce çarsamba günü aksam üstüne dogru bir haber geldi: "Günaydin'in bütün yazarlari, Sabah'in tanitim
filmi için yarin su saatte Hadimköy'de olacak!"
Tanitim mi? Ne filmi? Hadimköy neresi?
Bu sorulara kimse kesin cevaplar vermedi. "Yahu benim yarin g.a.g. çekimim var, ne olacak? Saati
degistiremiyor muyuz? Ne giyecegiz? Konu ne?" gibi detaylarin hepsine "Ehe-heh, evet, yarin
Hadimköy'de görüsürüz" karsiliklarini aldik!
Ve ertesi gün.
Ögle sicagi. Hadimköy'ün tali yollarinda ilerliyoruz. Tarif edilen köprüyü, hatta ardindan birkaç köprüyü
daha geçmisiz, ama ortada bahsedilen çiftlik yok. Yine tarif üzerine "sagdaki
toprak yola" girdik. Bes dakikaya yakin bir ayçiçegi tarlasinda ilerledikten sonra, fakat o da ne, yol
bitti!
Uçsuz bucaksiz arazinin ortasindayiz.
Bu bir komplo muydu? Sabah yönetimi aslinda bizden kurtulmaya mi çalisiyordu?
Bu arada bir arastirmaci gazeteci olarak sunu da belirtmeliyim. Hadimköy'de orman vasfini kaybetmis
araziler pek çok, hatta her dakika yogun sekilde vasiflarini kaybetmeye devam ediyorlar! Tipki
Istanbul'un ranti yüksek baska bölgeleri gibi. Her tarafta yangin, her tarafta duman.
Sag kalarak çiftlik evine vardik.
Hani bu yil Istanbul'da sinek yok ya. Hepsi Hadimköy'de yazlikta, o yüzden!
Belki çiftlik bir at çiftligi oldugu için, belki belediyenin hayvanseverligiyle ilgili bir konu, bu çekimde bizi
sicak degil, sinekler yendi!
Gider gitmez, sag olsunlar senaryoyu anlattilar. Günaydin yazarlari tek tek bu eve geliyor ve evin hanimi
tarafindan karsilaniyor. Bunu gören komsu çok sasiriyor, bu kadar ünlünün (biz oluyoruz) yan eve
girmesinden iskillenip kapiyi çaliyor. Evin hanimi sorular karsisinda gülümseyip, "Iste buradalar" diye bir
Günaydin uzatiyor.
Ben, ünlü modacimiz Dilek Hanif, ülkeyi zayiflatan Dr. Muzaffer Kushan, tüm zamanlarin en karizma
televizyon yazari Yüksel Aytug ve sosyetemizin gözbebegi Bülent Can-kurt!
Kapida karsilanma fasli kisa ve rahatti.
Ama salonda hep birlikte evin hammiyla oturup çay içme bölümü bizi yipratti.
50 derece sicakta, bir altin günü ortaminda oturmusuz.
Yönetmenin talimatina göre "dogal bir sekilde, aramizda sohbet edecegiz"! En zoru da budur ha.
Repliklerimiz olsa oynayalim. "Kendiniz gibi olun" denince herkes suspus kesilir.
Kameralar kayda girdi. Baktim ki ekip bana güveniyor.
"Yok öyle," dedim. "Herkes konusacak. Günaydin'da yaziyorsan bedelini ödeyeceksin!"
Ben bunu söyleyince, o "Ben konusamam, yapamam, edemem" diyen Bülent Cankurt bir açilsin!
Çesme, Bodrum, nerelere gidilir, anlatiyor da anlatiyor.
Bu arada vakit ögle yemegi saatini geçmis, açliktan kiriliyoruz. Fakat Muzaffer Kushan "Su masanin
üzerinde gördügünüz kek ve kurabiyeler aslinda zehir! Seker insülini ani artirir, damarlar büzüsür, insan
çabuk yaslanir" falan diye anlattikça kimse elini uzatip bir sey almaya cesaret edemiyor. Öylece bakip
yutkunuyoruz.
Zaten bir süre sonra karasinek sürüsü tatlilari kesfetti. Onlar erken yaslanmaktan korkmuyorlardi
görünüse bakilirsa. Sonlara dogru, bizim sohbetler de artik geyige dönüsürken, "Sayin yönetmenim,"
dedim, "kekin üstü silme karasinek! Vizörden görünmüyor mu acaba?"
Yönetmenin cevabi Türkiye reklamcilik tarihine su anda geçiyor: "Evet ama sinekler kuru üzüm gibi
duruyor, problem yok!"
Yaa, Gülse Hanim, sen kösende elestir elestir reklamlari,
Allah da seni böyle çarpar!
Günaydin reklaminin bitmis hâli bakalim nasil olacak...

Bodrum'un "yikilan" yerleri!

Bu yil "Çesme in,. bodrum out" geyikleri kanima dokundu dogrusu. Gençlik yillarindan beri en yorucu,
en sefil, en sahane tatillerimi Bodrum'da geçirdigim için, bu yazi boynumun borcudur!
Yanlis anlamayiniz.
Bodrum'da otura otura kafayi eski Bodrum evlerinin kaybolmasina, tas evlerin yikilip yerine site
yapilmasina, suna buna takmis degilim. "Remzi Bey, maasallah semizotlari cosmus, bizim Japon güllerinin
de tam zamani" ortaminda kalmaktan, yazlikçilik basima vurmadi yani. Ayrica bildigim kadariyla
Türkiye'nin en istikrarli mimari yapilanmalarindan biri de Bodrum'dadir. En azindan "Bodrum evi" diye bir
sey var, uyduruk siteler bile onlara benzetilerek yapiliyor. Çok sikâyetçi degiliz.
Bu esnada Çesme'yle Bodrum'un son zamanlardaki lüzumsuz karsilastirilmasindan da gina geldigini
belirtmek isterim. Çanim Bodrum'un yaninda düz renkli, steril, tarihsiz Çesme'nin lafi bile edilmez. Tabii
Çesme'yi tercih edenlerin de orada kalmasini ve bundan sonra hep orada tatil yapmasini tavsiye
edecegim, Bodrum tam kivamina geldi çünkü.
Konumuza dönüyorum. Benim bahsettigim "yikilma", Ayça
Tekindor'un "yikilma"si. Yani "Bodrum'da bi yer var, kizim, yikiliyo.oo" durumu.
Yalniz, her ne kadar damarimi kesseniz kanim gazeteci aksa da, kendimi feda edip "eller havaya"
mekânlari dolastigim zannedilmesin. Insaf artik, o kadar da degil! Arastirmaci gazetecilik de bir yere
kadar.
Benim "yikihyoo"dan anladigim da kendi tarzimda bir yikim!
Simdi size bahsedecegim yerler birinci sinif yemek, iyi dekorasyon ve "Türkiye'de kim kimdir"
misafirleriyle, su anda Bodrum'un en kalabalik, en "trendy", "en bi havali" yerleri.
Görmek ve görülmek istiyorsaniz, Tampa'ya gideceksiniz, o kesin. Türkbükü'nün incisi, güzellikte
birincisi Tampa, bu sene açildi. Sahibi Ersoy Çetin. Evet, bilenlerin bilecegi gibi de, ekip Park Samdan'm
ekibi. Alt katta, deniz kiyisinda güzel bir bar ve Latin caz, maz, canli müzik var. Yukarida ise restoran.
Özellikle restoran isadamindan sanatçiya "agir isimlerin" merkezi. Yer bulursaniz ne âlâ.
Asli Altan yine yapacagini yapti ve Türkbükü'nde bir Safran açti. Müzik iyi, insanlar, iste bildiginiz
Safran'cilar. Bilmiyorsaniz söyleyeyim, sosyetikler+enteller+sosyetik enteller! Eglenceli yani! Yalniz o
uçsuz bucaksiz, kayalarin üzerinden merdivenlerle teee sahile kadar inen kocaman Safran nasil dolacak,
onu bilemiyorum. Ha, bu arada, gündüzleri Safran ayni zamanda bir plaj!
Türkbükü'ndeki Mavi Otel'in bari, yine çilgin danslara mi gebe? Aman Allahim. Geçen yil buraya on
bes kisi gelip, mo-jito'larin da etkisiyle samba, mambo, meringue etkili, özgün figürlerimizle çirkin danslar
yaptigimizi hatirliyorum! Zira Latin Amerikali sahane bir grup vardi ve canli müzik yapiyorlardi. Ayrica da
pist tiklim tiklimdi ve bizim dehset figürler bile arada kaynamisti yanilmiyorsam. Bu yil ayni grup yine
Ma-vi'de ve insanlari dans ettirmeye devam ediyorlar. Çok eglenceli.
Geçen senelerde mekâna yakismayan uyduruk isletmeler vardi Karada Marina'da Hani su Bodrum
Marina'nin oradaki alisveris merkezinin yani basindaki deniz ustu mekânda Simdiyse Marina Yacht Club
adiyla uç iyi restoran var burada Servis iyi, yemekler güzel, insanlarsa kâh Türk yatçilar, kâh Avrupali
tekne sahipleri Hep kalabalik ve sik bir ortam Ve-lo'ya giderseniz naneli limonatadan için ve beni anin
Ve tabii, Gumusluk'teki Limon Geçen yil Limon'un lezzetli yemeklerini, elektrik kullanmadan yapilan
aydinlatmasini, yildizlari, muzigi, her seyi yazmistim zaten Limon yine ayni "Yiküiyoo" demek haksizlik olur
Kendi çapinda "sallanip yuvarlaniyor" mu demek lazim' Daha sessiz, daha "Bodrum" bir gece içm Limon
bence hâlâ rakipsiz
Çesme'yi mi tercih ediyorsunuz7 Ay ne kadar sevindim Paparazzi diye bir yer vardir, pek güzeldir
Dalyan'da da iyi balik yenir Baska tavsiyem de yok Yikilin karsimdan1
Biz Bodrum'dayiz ve burasi dedikodulara ragmen "yikiliyo-oo"!

Siz de Sirin'i taniyin!

Bazi insanlarla tanismak çok sey ifade eder. Ilginç bir tecrübe, esin kaynagi, gelecekle ilgili kararlar için
referans noktasi... Sirin Devrim bunlardan biridir.
1994'ün kis aylari.
New York'taki ilk senem.
Bir gün telefonum çaldi. Üç bes ay önce Amerika'ya tasindigim için çalismayi biraktigim Aktüel
dergisinden ariyorlar: "Sirin Devrim'le röportaj yapacaksin. Çok ilginç bir hayat. Halikarnas Balikçisi'nm
yegeni, ressam Fahrünnisa Zeid'in kizi. Su anda New York'ta yasiyor. Aileyi anlattigi bir kitap yazmis.
Röportaj bu haftaya lazim" dediler ve arkadasi Tunç Yal-man'in telefonunu verip kapattilar.
Yarim saat sonra telefonun öbür ucunda, Sirin Devrim'i röportaja ikna etmeye çalisiyorum. Bin dereden
su getiriyor, hem de o kadar yil yurtdisinda yasamis birinden beklenmeyecek mükemmel, aksansiz bir
Türkçeyle:
-Hiç vaktim yok ki benim. Tek kisilik oyunum var, kitabin tanitimlari var. Ayrica, siz kaç yasindasiniz
bakalim?!
-Yirmi üç yasindayim.
-Aaa, daha çocuksunuz! Röportaj yapmayi biliyor musunuz
r
Ya sabir çekerek, "Evet efendim, ben dört yildir gazetecilik yapiyorum, merak etmeyin" diyorum.
Sözlesiyoruz.
Siz Çerkez misiniz?
Manhattan'in üst kisminda, sik bir apartman. Içeri giriyorum. Chanel aksesuarlariyla, bakimli, güzel
yaslanmis bir hanim. Tanisir tanismaz, Devrim, eliyle hafifçe çeneme dokunup dikkatle yüzüme bakiyor:
-Siz Çerkez misiniz?
Ve cevabi beklemeden, biraz ileride duran kocasi Robert Trainer'a dönüyor: "Bak Bob, Osmanli'da da
haremdeki güzel kadinlar Çerkezdir"!
iyi mi?
Guetamalali fotografçi arkadasim resim çekerken, bir yandan da konusuyoruz. "A Turkish Tapestry"
adli, ailesini anlattigi kitap yeni çikmis. O hikâyeler de ilginç ama beni esas etkileyen Sirin Devrim'in
hayati.
Istanbul'da, New York'ta, Bagdat'ta, Mihvaukee'de geçmis; maceralar, asklar, dostluklar, partiler, sik
giysiler, tiyatro ve sanatla dolu, rengârenk bir hayat. Tunç Yalman, Altemur Kiliç, Bülent Ecevit,
Fahrünnisa Zeid, Çevat Sakir Kabaagaçli, Füreya, Mücap Ofluoglu, Aliye Berger, Muhsin Ertugrul ve
daha birçok ünlü ismin rolleri paylastigi bir dönem filmi adeta!
Sohbet uzuyor, ve Sirin Devrim bana evi gezdiriyor.
Rengârenk dösenmis yüksek tavanli bir Manhattan apartmani. Sirin Devrim, bana dekorasyonda
beyazlardan, grilerden nefret ettigini, Osmanli'da sarilarin, yesillerin, kirmizilarin çok kullanildigini, son
zamanlarda Türkiye'deki beyaz merakini anlamadigini söylüyor. Yatak odasinin tuvaletine kadar giriyoruz!
Devrim, "Burasi", diyor, "New York'un en manzarali tuvaleti!" ve basiyor kahkahayi. Gerçekten tuvaletin
duvarinda, yere yakin küçük bir pencere var ve bu pencere denize bakiyor!
En sonunda istedigim kitap
O günden yaklasik dokuz yil sonra, elime, ne zamandir yazilmasini istedigim kitabi aldim: "Sirin".
Sirin Devrim, bu defa kendi hayatini konu etmis. Çok içten bir otobiyografi.
Devrim'in kisiligi gibi renkli ve sasirtici.
New York'taki röportajdan sonra bir daha Sirin Devrim'le karsilasmadik, ama kitabi okurken, o çin çin
sesini, etken, ortama hâkim tavirlarini, fotografçiya poz verirkenki profesyonelligini bir kez daha
hatirladim.
Sirin Devrim'le tanismis olmaktan çok mutluyum. Bence kitabi alip siz de tanisin...
Bodrum'un (bu yaziya kadar) en iyi saklanan sirlari!
2003 yazi itibariyle Bodrum ve çevresinde bulunanlara özel hizmetim ve yerel gazetecilik konusunda yeni
bir adimdir. Buyrun.
Tabii böyle baslik atarim!
Geçen yil Bodrum'da gittigim Gümüslük'te az bilinen, sessiz, sakin Limon Cafe'yi yazmistim. O gece
söylenenlere göre "Limon Cafe'nin kapisinda kuyruk varmis, ayrica da (sikâyetçi eski müsterilerin
deyimiyle) ortada ellerinde purolariyla lacivert blazer'li adamlar dolasiyormus!" Yediden yetmise kültür
mozaigi bir hedef kitlem var, ben ne yapayim?
Sunu da söylemeden geçemeyecegim, ayni hedef kitle dört ay boyunca kitabimi satis listelerinde
tutmakla kalmadi, korsan kitapçilar da sayemde birer yazlik, araba falan edindiler! Zira Bodrum
Havaalam'nin kendi kitapçi dükkâninda korsan kitabi açik açik satilan baska yazar var mi bilmiyorum!
Hepsine haram olsun, gözlerine dizlerine dursun. Yetkililer hâlâ "Ne var canim, vatandas kazansin"
zihniyetinde oldugu ve korsan kitapçilar yakalanip ihbar edildiginde 48 saat içinde hapisten çiktiklari
sürece, benim de elimden beddua etmekten baska bir sey gelmiyor. Ayrica insan "Ben bir daha niye kitap
yazayim ki, manyak miyim?!" diye de düsünüyor. Tarkan'la ortak bir problemimiz olacagini hiç tahmin
etmezdim!
Tabii Bodrum'un en iyi saklanan sirri, havaalaninda korsan kitabimin satiliyor olmasi degil!
Muhtemelen su anda Bodrum'da in ve cinin plaj voleybolu oynuyor olmasi. O Televole'lerin "Bodrum
geceleri yikiliyooo, ortalik toz duman" falan demelerine bakmayin. Restoranlar bos, plajlar sakin.
Türkbükü'nün son durumunu açikliyorum: Deniz kenari Etiler! Bu yil belirli yerler disinda bölgenin tadi
biraz kaçmis kanimca. Ünlü seyretmeye gelenler, yüksek müzik, çalgili malgili Türk poplu bir durum var.
En iyi ve nispeten sakince yemek yine Ada Otel'deki Changa'da yeniyor. Bu kiyidaki restoranlara
teknenin Zodiac botuyla çikmiyorsaniz yazik size!
O zaman ne yapacaksiniz? Gülse'yi takip edeceksiniz. Baska bölgeler de kesfedeceksiniz. Örnegin
Bitez-Ortakent bölgesi, ki bendeniz bir süredir yillik iznimin zannediyorum bir bölümünü falan degil,
tamamini burada kullanip bitirmis durumdayim.
Meraklisi için bu hafta, bu bölgenin en iyi saklanan sirlari:
Palavra Balik, Ortakent: Klasik, yalin bir balikçi istiyorsaniz burasi dogru adres. Bildiginiz Ege mezeleri,
deniz börülcesi, kalamar, kabak çiçegi dolmasi, sudur budur, en basit ama müthis lezzetli haliyle burada.
Denizin neredeyse içinde, kumlarin üzerinde masalar, ancak amatör bir servis. (0252 358 62 90)
Tantra, Ortakent: Bali'deki halayimdan beri bu kadar ihtimam, simartilma, birinci sinif servis görmedim.
Nefis bir mandalina bahçesi içinde bir tas ev. Müsteriden çok çalisan var. Hepsi sik, beyaz keten
kiyafetler giymisler, tütsüler, mumlar, Dogu temasi anlayacaginiz. Yemekler güzel, yerli tatlarin azicik
"fanfinfon" hale getirilmisi. Karidesli deniz börülcesi, erikli kabak gibi. Bir taraf restoran, bir taraf gececiler
için "lounge". Lounge'da sabah dörde kadar gayet lezzetli atistirmalar
da var. Isterseniz masaj ve tai chi dersi de cabasi... (0252 358 64 53)
Arsipel, Bitez: Aktur Sitesi'nin içinde bilenin bildigi birinci sinif balik restorani. Feslegenli çig balik
favorim, çig karides, kalamar izgara mükemmel. Denizi tepeden gören, süssüz ama rafine Arsipel'e
muhakkak rezervasyon yaptirin. (0252
343 10 16)
Bitez Dondurmacisi: Bitez'de yol üstünde, Bitez Plaji ayrimina gelmeden sagda göreceginiz sakin,
mütevazi dondurmaci, özel davetlere dondurma yapan, Havana'da satilan tekilali dondurmayi imal eden
yer. Aroma kullanilmiyor, bütün dondurmalar mevsimdeki meyvelerle yapiliyor. Karadut, köylerden
toplanip geliyor mesela. Gerçekten müthis.
Daha sonra baska bölgelere dadanacagim, arastirmaci gazeteci diye buna denir!
Türkbükü'nden bildiriyorum, her sey çok "butik"!
Boncuklar, yemeniler, taslar, kumlar hepsi çok butik. Esi benzen yok, acaip bir seyler. Yazar bize ne
vermek istiyor? Bodrum'da alisverisi unutun!
Bodrum izlenimlerim sürüyor. Bu hafta Türkbükü'ndeyim.
Türkbükü'ndeyim dediysek, aslinda bu yaziyi size Ortaköy dolaylarindan yaziyorum. Neden derseniz,
gazeteci adama tatil yok! Bir oradayiz, bir burada sizin anlayacaginiz.
Üçer dörder günlük is-arkadas-aile temaslari amaçli Istanbul ziyaretlerim sürüyor. Fakat ne yaptim
ettim, "yazlikçilik" hayalimi bu sene gerçeklestirdim. Allahin ve gazetedeki amirlerimin izniyle agustos
ortasina kadar köse yazilarima güneyin sirin tatil beldesi Bitez'den devam edecegim! Yani liseden beri ilk
kez "Aksam mangalda köfte yapalim mi?", "Ay bugün denize inmeyecegim, bahçede kitap okuyayim
diyorum", "Selim Bey, sizin begonviller ne güzel açmis maasallah, bizimkilerin keyfi yok nedense" temali
bir tatil yasiyorum. Yavaslarim, gevserim diye düsünüyordum, ama ne mümkün! Yazlikçilik geçmis
bizden. Hiz bagimliligi olusmus yillardir. Gevsemeyi atlayip direkt depresyon asamasina geliyoruz!
Yine oturup yazmaya basladim, ki siz bu ürünleri kis sezonunda seyredip okuyacaksiniz diye planliyorum.
Bu vesileyle yillardir önünden geçip "Vah vah"ladigim muhtesem antik tiyatronun Turkcell tarafindan
toparlanip daha muhtesem hale getirilmesinin ve bundan sonra orada bir sürü gösteri seyredecek
olmamizin, Bodrum'u bana bir kez daha sevdirdigini söylemem lazim.
Her neyse, ben size Türkbükü'nü anlatacaktim degil mi?
Her seyden önce, evet Bodrum tenha. Türkbükü derseniz, o biraz acayip bir durum.
Sunu söyleyebilirim ki, son günlerde Bodrum turizmini Tarkan kurtariyor! Müsteri mi yok, dükkân sinek
mi avliyor, patlat bir Dudu Dudu, izdiham olsun. Kesinlikle uydurmuyorum.
Türkbükü'nü bilmiyorsaniz gözünüzün önünde canlandirayim. Plajsiz bir deniz. Yan yana iskeleler, o
iskelelerin yan tarafi yürüme yolu. O yolun iki yaninda restoranlar, oteller, barlar ve bir bölümde de sagli
sollu saticilar. Agirlikli olarak kumas, incik boncuk, elbise vs. satiliyor.
Türkbükü'nde yürüyoruz. Ortalik sakin. Derken lokal bir kalabalikla karsi karsiya kaliyoruz ki, geçmek
mümkün degil. Herkes birbirinin üstünde. Ya bedava bir sey dagitiyorlar, ya bir ünlünün üzerine saldirilmis
gibi bir görüntü.
Burasi Ship Ahoy. Türkbükü'nün en eski, en popüler mekânlarindan biri, ve o esnada Ship Ahoy'da
Dudu çaliyor! Olay bu! Herkes dans ediyor, herkes kendinden geçmis. Ship Ahoy bir boydan bir boya
olsa olsa 10 metredir, ama bizim kalabaligi yarmamiz, yer yer takilip kalmamiz, bütün sarkiyi bitirmemize
sebep oluyor. Yaklasik bes dakika! Oradan çikinca, Bodrum yine tenha!
Türkbükü, bir nevi Etiler demistim. Her seyin subesi var. Tike, Changa, Mey Restoran, Havana...
Her seyin subesi olunca fiyatlar da Etiler-Nisantasi seviyesine gelmis. Butik otellerin yanindaki her sey
"butik" olmus!
Bahsettigim sokak tezgâhlarinda oyali, pullu yemeniler soruyorsun, cevap: "30 Milyon. Indirim mi?
Sizi ailece çok seviyoruz ama olmaz! Bunlar çok butik, hiçbir yerde bulamazsiniz!" Yemeni yahu!
Boncuk bilezik tezgâhina gidiyorsun: "Tanesi 25 milyon. Bu camlari bir usta yapiyor, çok butik, özel
seyler, asagisi kurtarmaz abla!"
Simdi siz benden Türkbükü'nün en iyi saklanan sirlarini istersiniz! Yagma yok, tavsiye ettigim Bitez
Dondurmaci-si'nin önünü kuyruk yapmissiniz! Dondurmaci bana çok mütesekkir, fakat ben size
mütesekkir degilim! Karadut dondurmasi stoklarini bir gecede bitirmissiniz yahu! Iyi ki yazdik, biz ne
yiyecegiz? Limon, çikolata ve kayisi çok kötü, aman sakm yemeyin, gözünüzü seveyim!
Yine de sizi kirmayayim. Türkbükü'nün en iyi saklanan sirri, sahilde, yine kumlarin üzerine konmus
masalarda müthis meze ve balik yenen Hasan'in Yeri'dir.
Bodrum'un neresindensiniz? Ben içindenim!
Sadece ilginç adresler vermekle kalmiyorum, kendi tezlerimle de dimaglari zenginlestiriyorum.
"Bodrum'da tatilde, kafasina göre yaziyor, maasi kapiyor" diyenler utansin!
Hey gidi günler hey. Insanlardan olusan trafik sikisikligi kavramiyla ilk tanismam, Bodrum tatillerime
denk gelir. Tee, iki üç sene önce, o Barlar Sokagi'nda yürüyemezdiniz. Hani böyle kalabalikla tek vücut
halinde yürürken yürürken, yolun daraldigi noktalarda trafik tikanir, öylece durur beklersin...
Ve fakat, simdilerde bu trafikten eser yok. Kavga dövüs hariç, Barlar Sokagi cennet gibi.
Hatta benim teorime göre yillardir dostluk ve baris içinde yasayan Barlar Sokagi'nda bu yil sokak
kavgalarinin artmasi da bu tenhalik yüzünden.
Izah edeyim.
Barlar Sokagi'nda tabiatiyla geçtigimiz yillarda da içki içilir, gelen geçene sinir olunur, "kariya kiza"
sarkilirdi. Bu olaylar Bodrum'a 2003 yazinda gelmis degil. Ne var ki, yukarida anlattigim trafik yüzünden
ani hareketler yapmak, silah çekmek, hatta eli kolu hareket ettirmek teknik olarak imkânsizdi.
insanlar vücutlarini birbirlerine yapistirip sardalya konservesi gibi yekpare yürürlerdi. O yüzden
firlatma, vurma, çakma gibi hareketler de görülmemisti.
Oysa artik ortam Uzakdogu dövüs sporlarina bile müsait.
Bu yilin tenhaliktan ve turist kiz azligindan mütevellit can sikintisini da hesaba katarsak, bu millet kavga
etmesin de ne yapsin.
Bu konuya da açiklik getirdikten sonra, beklediginiz an geldi çatti, iste Bodrum'un içinin en iyi saklanan
sirlari! Lütfen yazdigim dondurmaciya yaptiginiz gibi talan etmeyin! "Halk Gülse'nin tavsiye ettigi yerleri
istila etti, vatandas buralardan faydalanamiyor" gibi bir durum olmasin!
Dalyanci: Ben ona Bodrum'un Costa Boda'si diyorum. Hani su elle boyanan ünlü Iskandinav cam esya
markasi var ya.
Engin Dalyanci okullu bir ressam. Adnan Turani'nin ögrencisi. Simdi Bodrum'a ait bir marka yaratmis.
Taklitlerini bile görmüs olabileceginiz çesit çesit balik desenli tabaklar, saatler, ev esyalari... Benim
favorim firçayla boyanmis olanlar. Hiçbiri birbirinin ayni degil. Bir bakin bakalim. Cumhuriyet
Caddesi'ndeki, yani Barlar Sokagi'ndaki subesinin önünden geçmis bile olabilirsiniz. (Tel: 0252 313 02
14)
Sandaletçi Ali Güven: Hâlâ duymadiysaniz, duyun. Ali Güven, bana göre bir tür roman kahramanidir.
Ali Usta, 1966'dan beri Bodrum'un ünlü sandaletlerini yapiyor. Ama öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya
gidip, sandalet alip dönemezsiniz. Ali Usta önce bir ayaginiza bakacak, inceleyecek. Size en yakisan
modeli kafasinda çizecek, ve sansliysaniz, (bir de tabii bu is için iyi bir bütçe ayirdiysaniz!) yedi sekiz ay
sonra sandaletiniz hazir! Ama paranin satin alabilecegi en iyi sandaletler bunlar. Vurdula denen özel
köseleyi tek parça olarak dikiyor. O kösele ki dana derisinin bir yil palamut ve çam kabugunun suyunda
bekletilmis özel bir versiyonu. Yasli ustasi da tek kalmis. O kösele ustasi da giderse bu is bitecek. Bu
kadar özel bir sandalet giyeceksiniz yani. Ali Güven'in inanilmaz
hayatindan eski Bodrum ve Londra anilari dinlemek de bonus. Ali Usta ünlü Türk müsterileriyle hava
atmayi sevmiyor. Ama biz yabancilardan bir iki isim sayalim: Mick Jagger, Bianca Jagger, Bette Midler,
Donna Karan. (Tel: 0252 313 22 16)
Alisveris yeter, aciktik, diyorsaniz, madem paraniz bitti, çok hesapli ve çok lezzetli iki önerim var.
Karadeniz Pidecileri: Bodrum'un içinde, ara sokaklarda birçok balikçi, birçok meyhane vardir. Çogu
da iyidir aslinda. Ama benim tavsiye edecegim, asagi yukari on yildir, (denedik de söylüyoruz) tadini ve
kalitesini degistirmeyen Bodrum içi Karadeniz Pidecileri olacak. Bunlar yine Cumhuriyet Cadde -si'nin
Hilmi Oran Meydani'nda iki adet olarak karsilikli dururlar. Açik havada ahsap banklara oturarak birinci
sinif, süper lezzetli Karadeniz pidesi yersiniz. Gece hayatindan önce de, sonra da, tok tutan, enerji veren,
mideyi kurtaran bir seçenektir! Kiymali, sucuklu, kasarli, yumurtali veya yukaridaki-lerden hepsi! Size
kalmis!
Diger favori dondurmacim: Bitez Dondurmacisinin yeri sapa geliyorsa, iste ikinci bir adres. Bodrum'un
içinde, karakolun karsisinda, Özsüt'ün yanindaki dondurmaci tezgâhi, Bodrum'un çok iyi bilinen ama
reklami yapilmayan bir cevheridir. Denerseniz, diger örneklerine göre farkini anlarsiniz. Burasi da
karadutlu degil de, çikolatali dondurmanin kitabini yazmis. Pideden sonra iyi gider.
Illa ki bir bitis cümlesi yazmak gerekirse, Bodrum, tenhaligina ragmen hâlâ isikli, hâlâ renkli, hâlâ civil
civil sevgili okuyucular.

SARS maskeniz ne marka?

Öyle çantayi ayakkabiya uydurmakla olmuyor. Bastiracaksiniz parayi, son moda bir maske alacaksiniz-
Bu kadarina pes diyorum!
Uzakdogulu alisverisçiler, Bati ülkelerinde Hermes, Louis Vuitton, Gucci gibi markalarin önünde, Halk
Ekmek kuyrugu gibi sira yaparlar, bilirsiniz.
Bir kere lüks-satin aliyorsan, kuyruk neyin nesi?
Gideceksin magazaya, rahat bir koltuga oturacaksin. Çay, kahve getirecekler. Elli tane model
çikarttiracaksin, bu esnada satis elemani, "Vallahi hepsini çok iyi tasiyorsunuz" gibisinden iltifatlarla
egonuzu da oksayacak!
Halbuki bunlarin, o magazalarda bir ezilip büzülmesi, uslu uslu beklemesi vardir ki...
Alçakgönüllü tavirlarina ragmen, yüksek bütçeleriyle ünlü markalarin gözbebegi olan Uzakdogulular,
tasarimlari da kendilerine benzettiler! Bedenler ufaldi, renkler acayiplesti, fiyonklar, çiçekler, bilmemne.
Sebep, üç bes yillik bir trend. 18-35 yas arasi Japon kadinlar, küçücük fosforlu bluzlar, mikro-mini
etekler, platformlu ayakkabilar, hap kadar marka çantalar ve sapsari saçlariyla bir moda yarattilar. Liseli
kiz gibi giyinmis
pahali fahiselere benzeyen, oysa ögrenci veya meslek sahibi zengin kadinlar bunlar. Onlara "kogal"
deniyor, ve ko-gal stili, yüksek tüketimlerinden ötürü, dünya modasini çok etkiliyor.
Simdilerde, hem kogal'larin, hem de daha akli basinda giyinen Uzakdogulu marka meraklilarinin yeni bir
heyecani var: Dünyayi kasip kavuran SARS virüsü. Aslinda savasti, mavasti çok ciddiye almiyoruz ama,
gerçekten büyük tehlike. Ama ben SARS'm (garip ama gerçek) modaya yansiyan yüzünden
bahsedecegim:
Geçtigimiz cumartesi günü, Hong Kong'daki Louis Vuit-ton magazasi, sinirli sayida grip maskesi verdi
piyasaya! Maskeler yumusak deriden yapilmis, üzerinde markanin monogram deseni var ve klipsleri de
gümüsten! Önce sadece 88 adet üretilen maskeler, cumartesi öglen saatlerinde moda meraklilari
tarafindan talan edilerek tükendi! Üstelik de tanesi 230 dolardan!
Hemen ardindan Gucci'nin sözcüsü, kisa süre içinde, ilk-bahar-yaz koleksiyonlarina bir grip maskesi
ekleyeceklerini açikladi. Model konusunda detay verilmedi, sadece siyah olacagi söylendi!
Ayni anda, sinirda, Çin'in sahte marka esyalarla ünlü Shen-zen sehrinde, son günlerin en çok ragbet
gören ürünü, sahte Burberry desenli grip maskeleri piyasaya çikti! Ancak bu ürün halka hitap ediyor,
sadece 1 dolar 25 sent!
Baska bir açidan bakinca, öldürücü hastaliktan korunmak için marka maskeler takmak, çok insani,
moral düzeltici bir çözüm gibi görülebilir. Malumunuz, Uzakdogulular eglence sekilleriyle ünlü bir insan
toplulugu degil. Varsa yoksa alisveris ve karaoke. Batilinin savastan, hastaliktan gerilen sinirlerini, içki içip
dans ederek gevsetmesine karsilik, belki de çekik gözlü insan da Louis Vuitton'dan maske alarak
rahatliyor.
Bu arada Çin'in Ankara Büyükelçiligi Müstesari Chuntai:
"Gripten kurtulmak için evinizde bir miktar sirkeyi yakin!"
önerisini getirmis. Bu Uzakdogulular, Allah bilir, bu amaçla da, balzamik seri sirkeleri falan aliyorlardir
Fransa'dan. Hatta belki oralarda da kuyruk vardir!
Allah dünyaya saglik, baris ve akil fikir versin...