Yıllar önce, bir yaz gecesi...
O gece, içimizden biri âşık oldu, bir çift kavga etti, birimiz hayatının içkisini içerek midesini bozdu, acid-jazz'm yeryüzündeki en iyi müzik türü olduğuna topluca karar verdik, dünyayı tekneyle dolaşan 60 yaşlarında bir Fransız çiftle tanıştık ve biz, 20'U yaşların başında olduğumuz o gece, çok eğlendik.
Yakın bir arkadaşım bir yerlerden bulup çıkarıp, eski bir fotoğrafımızı e-mail'le göndermiş.
Üç kız bir erkek, bir Bodrum akşamı, kaldığımız otelin terasında, gevezeliğe öyle bir dalmışız ki, fotoğrafın çekildiğinin farkında değiliz.
Hiçbirimiz objektife bakmıyoruz.
Ama ağzımız kulaklarımızda.
76
Arkadaşımın üzerinde rüküş, dore bir elbise! Bende iğrenç bir fosforlu yeşil bluz! 90'li yılların başı. Herhalde 'Ne güzel yandık, bu parlak kıyafetler de çok yakıştı, harika olduk!' diye düşünüyorduk!
Ellerimizde de, içinde ne olduğunu çözemediğimiz kırmızı sıvıyla dolu martini bardakları var.
Miami'nin en fakir ama özenti mahallesinde bir parti mi? Hanedan dizisinin küçük bütçeli bir taklidi mi? Belli değil.
Aslında, tatil köylerinin, "İyi vakit geçiren Alman turistler" katalog fotoğraflarına da benziyor.
"30 yaşında olmak, rezil olmaktan iyidir! Şu halimize bakın!" diye yazmış arkadaşım. "Bangladeş Vogue'undan bir fotoğraf diye de not düşmüş!
Birbirimize gönderdiğimiz e-mail'lerle, o kıyafetlerin sebebini çözmeye çalışırken, o gece de berraklaşmaya başladı.
Biz o gün tekne kiralayıp haddinden fazla yanmıştık. (Bu bölüm resimlerde de açık ve seçik görünüyor!)
Biz o gün, akşam üstü, Bodrum'a inip sahilde kızarmış patates yemiştik. Hatta güneş çok güzel batıyordu, ama patatesler berbattı!
O gece, aslında barmene kendi yaptırdığımız, vişne sulu bir kokteyl içiyorduk ve hava çok sıcaktı.
Terasın manzarası harikaydı, ve 'Acaba bu gece otelde mi otur-sak?' diye düşünmüştük.
Hayatı yaşa!
Ama o fotoğraf çekildikten az sonra, sekiz-on kişi, hep birlikte dışarı çıktık, gezdik tozduk, gülme krizleri geçirdik, dans ettik...
O gece, içimizden biri âşık oldu, bir çift kavga etti, birimiz hayatının içkisini içerek midesini bozdu, acid-jazz'ın yeryüzündeki en iyi müzik türü olduğuna topluca karar verdik, dünyayı tek-
neyle dolaşan 60 yaşlarında bir Fransız çiftle tanıştık, ve biz, 20'li yaşların başında olduğumuz o gece, çok eğlendik.
O kâbus giysilerin içinde çok mutluyduk!
Belki de hayatımızın en güzel gecelerinden biriydi.
Akmerkez Beymen'de çok ilginç bulduğum bir sergi başladı. 71'den 81'e Beymen...
Beymen'in eski müşterileri, dükkândan o yıllarda aldıkları ve hâlâ sakladıkları giysileri armağan etmişler sergiye. Anılarıyla, hikayeleriyle birlikte.
Giysilerle bellek arasında, kokularla olduğu kadar olmasa da, güçlü bir bağ olduğunu düşünürdüm hep.
Sadece gelinlikler midir önemli olan ve saklamaya değen?
Ya çocukken alınan bayramlık elbise, âşık olduğunuz gün giydiğiniz kırmızı tişört, seçerken bunalım geçirdiğiniz mezuniyet tuvaleti, ilk kravat, hayatınızın işine başvururken üzerinizde olan
siyah takım?
Hatta, 23 yaşındayken, hayatınızın en güzel gecelerinden birinde, Bodrum'da giydiğiniz ve içinde kendinizi herkesten güzel hissettiğiniz, çirkin, fosforlu yeşil bir bluz?
O daha mı önemsiz?
Asıl amaç, her iyi günü, bütün detaylarıyla paketleyip saklamak galiba...
"Seviyeli Meyhane!"
Şarkı başlıyor ve mesela nakarat bölümü gelince şarkıcı coşuyor: "Unut onu gööönlüüüm, yaz çocum!" Powerpoint bilgisayar programı, tasarlandığı günden beri ilk defa böyle bir amaca hizmet etmek için şaşkınlıkla devreye giriyor...
77
"Bilmemneli Meyhane" eğlence kültürünün geldiği noktayı (siz de benim gibi bu konunun cahılıyseniz, ve en son peçete/garson ceketi yakma haberlerinde kaldıysamz) ibret-i âlem için, kısa süre önce duyduklarımla aktarmak isterim.
Mekân: Kimilerinin çılgınca eğlendiği, "neşeli" şarkıcıların sahne aldığı, meyhanelerden biri.
Şarkıcı seyircilerden istek parça alıyor. Sahnenin arkasında DJ kabinindeki bilgisayara bağlı bir dev ekran var.
Örneğin Mehmet Beyler "îçin için yanıyor" şarkısını mı istiyor? Ekranda hemen "MEHMET BEYLER, İÇİN İÇİN YANIYOR" yazıyor. Böylece, teknoloji sayesinde değerli müşteriler isteklerini peçeteye yazıp gönderme zahmetinden kurtuluyorlar. Peki.
Ama iş bununla kalmıyor.
Şarkı başlıyor ve mesela nakarat.bölümü gelince şarkıcı coşuyor: "Unut onu gööönlüüüm, yaz çocum!"
Powerpoint tasarlandığı günden beri ilk defa böyle bir amaca hizmet etmek için şaşkınlıkla devreye giriyor. Ekranda nakarat: "UNUT ONU GÖÖNLÜM".
Derken seyircilerden biri şarkıcıyı sinirlendiriyor: "Ohoo, Yılmaz Morgül bu şarkıyı daha iyi söylüyor!"
Şarkıcı cevap veriyor: "Yilmaz Morgül halt etsin, yaz çocum!" Powerpoint çalışıyor, dev ekrandan herkes okuyor: "YILMAZ MORGÜL HALT ETSİN!"
Herkes çılgınlar gibi eğleniyor.
Aynıyla vâki. Hatta ekrandaki son cümle tarafımdan sansürlenmiştir!
Dolayısıyla, anladığım kadarıyla "Bilmemneli Meyhane" ekü-risi kendi arasında bir kapalı kulüp oluşturmuş; bu "kültürü" geliştirdikçe geliştiriyorlar. Bir tür yüzük (ya da peçete) kardeşliği.
Sizin bu saatten sonra onların arasına girmeniz söz konusu bile değil...
GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | Alıntıdır
7 Kasım 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder