7 Kasım 2008 Cuma

GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | YEDİĞİNİZ İÇTİĞİNİZ BENİM OLSUN!

YEDİĞİNİZ İÇTİĞİNİZ BENİM OLSUN!
81
Akşam ne yiyeceğiz?
Genlerinizi inkâr etmeyin. Girin mutfağa, bir şeyler pişirin. Parlak bir kariyere dönüşmese bile, medi-tasyon olacaktır.
"Ayşe Hanım, akşama ne yemek yapacaksınız bize?"
Ayşe Hanım bana bakıyor.
Sanki az önceki cümleyi Sanskritçe söylemişim veya şeffaf-
mışım gibi bir bakış bu.
"Ayşe Hanım, evde ne malzeme var?" Aynı bakış, birkaç saniye... Neden sonra: "Hiçbir şey yok efendim!"
"Nasıl hiçbir şey yok? Daha dün bir sürü alışveriş yaptık?"
Kesin şeffafım ve gaipten sesler geldiği için böyle bakıyor. Ya sabır.
"Ayşe Hanım?"
"Efendim?"
"Hani dün patlıcan almıştık? Nerede onlar?" "BUZDOLABINDA KENDİLERİ!"
"Eh, o zaman rahatsız etmeyelim kendilerini. Biz akşam dışarıda yeriz!"
Ayşe Hanım'm patlıcanlardan "kendileri" diye söz etmesinin sebebi, sebzeye duyduğu özel bir saygıdan kaynaklanmıyor.
Ayşe Hanım Bulgar göçmeni ve Türkçeye çok yaratıcı katkıları olabiliyor zaman zaman.
Ayşe Hanım kafeinsiz kahveye, nereden duyduysa "kokainsiz kahve", su ısıtıcısına da nedense ingilizce "kettle" diyor!
Geçen gün: "Gülse Hanım, siz televizyonda öyle takım falan değil de, daha komik bir şeyler giyseniz. Mesela Cem Yılmaz siyah tişörtle şalvar giyiyor, çok komik oluyor. Siz de öyle yapabilirsiniz," demez mi!
Ben ne bileyim Press Bey'deki Güllü Hamm'ın bizim evde "Ayşe" ismiyle çalıştığını...
Ayşe Hanım'm, akşam yemeği menusu söz konusu olduğunda, boş bakışlarının sebebi ise, yemek yapmaktan nefret etmesi!
Belki, birkaç dakika anlamazlıktan gelirse yorulup vazgeçerim diye çabalıyor...
Çünkü Ayşe Hanım, hem kendi evinde hem profesyonel kariyerinde yıllardır yemek yapıyor. Ve bıkmış.
Yemek yapmak, bence yazı yazmak, fotoğraf çekmek, resim yapmak gibi. Mecburiyet haline gelince tadını yitiriyor, bur.
İnsanlara ve hatta kültürlere göre bu konuyla ilgili yetenek, azalıp çoğalıyor, ikii.
Ben leydiykene...
On yedi yaşımın yazı. Her ailenin bizim kuşak ve öncesi kızları için hayalini kurduğu ve çoğunlukla kızların pek de bayılmadan gerçekleştirdiği, "Piyano-Fransızca-İsviçre'de lady okulu"
üçlemesinin son ayağını da tamamlayıp, bir an önce kapağı üniversiteye atmak üzere, Lausanne'daymı.
Hakikaten "fînishing school" denen, bir "hanımefendi yetiştirme okulu"yla karşı karşıyayız!
Daha on yedi, on yedi, on yedi yaşımın şahane yazında, üç ay boyunca katlanmam gereken dersler, Fransızca, dans ve dramayı bir kenara bırakırsak, sofra sanatları, çiçek tasarımı, protokol,
görgü ve etiket.
Yani on yedi yaşında bir genç kızın en umurunda olmayan konular!
Okulda bütün Avrupa ve Amerika'dan kızlar var.
Dans dışında en çok heyecanlandığımız husus yemek dersleri.
îlk ders: Alman, İskandinav, Brezilyalı, Perulu, İtalyan, İspanyol ve Türk öğrenciler olarak bir aradayız. İki gruba ayrıldık, kendimiz pişirip kendimiz yiyeceğiz.
Domates kesmenin incelikleri!
Zaten önceden kaynaşmış olan Akdeniz ikliminden gelen ekip olarak, bekliyoruz ki, bize pasta kreması, brioş yapmayı öğretecekler, akla hayale gelmedik soslu etler, deniz mahsüllü risotto'-lar hazırlayacağız.
"İlk ders: domates kesme!" demezler mi?'.
Yemek öğretmenimiz madam gösteriyor: "Domatesi alın, tahtanın üzerine koyun, bıçağı alın..."
Aramızda gevezelik edip duruyoruz. Bazılarımız sıkılıp domatesleri kesip kesip atıştırmaya bile başladı.
Bir de baktık ki, Alman ve özellikle İskandinav kızlar, dilleri dudaklarının kenarında, pür dikkat, madamı dinleyip, onun gibi yapmaya çalışıyorlar. Daha da tuhafı, yapamayıp domatesi yamuk yumuk kesen, elini doğrayan bile var!
l
89
90
Norveçliler yemek için yaşar, Danimarkalılar yaşamak için yer, İsveçliler ise içmek için yermiş.
Sebebi ne olursa olsun, o yedikleri yemekleri kim hazırlıyor, çözmek mümkün değil!
O gün bizim grup mantar çorbası, Cordon Bleu usulü et, patates püresi ve şeftalili tatlı yaptı.
Kuzeyli grubun yaptığı salata ise yenecek gibi değildi!
Anladım ki, Türkiye'de "yemek yapmayı bilmemek" ile, Batı Avrupa'daki aynı değil!
Onlarda, bilmeyen domates bile kesemiyor.
Türk kadınına madalya veririm!
Bizde kötü yemek yapan, bir sürü yemeği yapıp tuzunu az koyana denir. "Yemek pişirmeyi bilmeyen" de, hiç dolma sarmamış insan manasında kullanılır.
Hem çoğu kadın yemek yapma konusunda çok yaratıcı ve beceriklidir, hem mutfak kültürümüz çok zengindir.
Son yıllarda, yemek yapmak, kadınlar için geleneksel bir zorunluluk olmaktan çıkıp, zevkli bir hobi, bir tür meditasyon, hatta meslek olmaya başladı.
Ben, yemek yapmanın gevşetici ve stresten arındırıcı özelliklerinden haftada bir faydalanıyorum. Genellikle spagetti türevleriyle.
Çalışan herkese tavsiye ederim!
Ama işi daha ileri götürüp, zaten genlerinde var olan yeteneği parlak kariyerlere dönüştüren kadınlar da tanıyorum: Senem Be-til, Defne Koryürek, Ceren Büke gibi...
Ve iddia ediyorum, Türkiye'nin, belki de dünyanın iyi şefleri, yakın zamanda kadınların arasından çıkacak.
Sektörünüzden sıkıldıysanız, bu cümleyi bir daha okuyun!
Sonradan öğrendiklerinizi değil, doğal yeteneklerinizi başarı ve paraya çevirmenin zamanıdır belki de...
Hayatı Değiştiren Kahvaltılar
Sabah insanı değilimdir. Ahşam yatmak, sabah bir türlü kalkmak bilmem!
Sabahlarla ilgili sevdiğim şey, kahvaltıdır.
Sabah kahvaltısına bayılıyorum.
Tatil günleri bile, sabah yedide kendiliğinden uyanan sabahçılardan olmadığım gibi, aslına bakarsanız, iş günleri de uyanabildiğim söylenemez.
Sabah insanı değilimdir. Akşam yatmak, sabah bir türlü kalkmak bilmem!
Sabahlarla ilgili sevdiğim şey, kahvaltıdır.
Taze gazete, kahve-çay kokusu...
Belki de, hayatınızın en muhteşem saatlerini geçireceğiniz, inanılmaz bir iş teklifi alacağınız, hatta âşık olacağınız güne başlama dakikaları.
Sabahlar, günün geri kalanı ile ilgili hayal kurmaya açık, uygun ve hatta meyillidirler.
Sabahlar, iyi ihtimallerle doludur.
Diner'lar yeni hayatlar vaat eder
New York'tayken, kendi başıma yaşadığım en büyük keyif, bazı sabahlar gidip "diner"larda kahvaltı edip gazete okumaktı.
Bu "diner"larda günde üç öğün, hatta bazısında 24 saat, yiyecek her şeyi bulabilirsiniz. Sütlü yulaf, yumurta, hamburger, salata, pancake, sebze çorbası, hatta New York'ta, bunların çoğunu Yunanlar işlettiği için patlıcan musakka! Eğer sabahsa, siz sipariş vermeden getirip fincanınıza kahve koyarlar.
Servis hızlı, yemekler açsanız hiç fena değildir!
Benim evimin sokağındaki diner'ın sahibi de Yunandı. Ege hariç, dünyanın her yerinde Yunanlar ve Türkler birbirleriyle ga~
91
§2
yet iyi anlaştıkları için olsa gerek, Türk olduğumu öğrenir öğrenmez, Mamma's Diner, ikram, indirim ve sohbette sınır tanımayarak ikinci adresim oldu!
Mamma's Diner'a, haftada ıki-üç sabah, sırtımda çanta, okula gitmeden önce, çoğunlukla bir omlet ve kahve için uğrar oldum.
Çoğu Amerikan filminde, yeni bir döneme başlama sahnesidir
bu:
Kahraman, diner'ın kapısından içeri girer.
Masaya oturur oturmaz, önlüklü kadın garson bir bardak buzlu su getirir, kahvesini koyar, not defterine siparişi yazar ve gider.
Derken...
Ya kahraman, karşıda oturanla çok ümit vaat edici şekilde göz göze gelir ve hikâye başlar...
Ya gözüne, gazetedeki ilginç ve hayatını değiştirecek ilan çarpar...
Ya diner'ın yaşlı, şişman ve bilge sahibi, bir iki cümleyle hayat felsefesini alt üst eder...
Bazen sanat hayatı değil, hayat sanatı taklit ediyor ya...
Ben de, sabahları o pozlarla girdiğim Mamma's Diner'da, beni (omletin yanındaki çıtır sote patates dışında!) bir şeylerin etkilemesini, başıma olağanüstü şeyler gelmesini bekleyip durdum.
Tam o dakikalarda, New York'ta, hiçbir şeyi umursamadan öğrenci olmanın, sinema okumanın, gezip tozmanın ve alabildiğine hayal kurabileceğiniz bir dönemde olmanın, yaşanabilecek en olağanüstü şey olduğunu fark etmeden...
Bugün, şimdi, veya saat geçtiyse yarın sabah, hayatın en çok şey vaat eden anlarının, yani kahvaltıların tadım çıkarın!
Hem hayal kurun hem de sadece peynirin, reçelin değil, yaşamda sahip olduğunuz her şeyin lezzetine varın...
Yerli malı, yurdun malı!
Bu arada Türk kahvesi servisi yapmayan restoranlara fena halde takmış durumdayım. Yemek bitiyor... "Kahve alır mısınız?" "Tabii, çok şekerli, Türk kahvesi!"
Garson İRKİLÎYOR. Hafif bir yadırgama, bir tür küçümseme ini deseem, "Biz Avrupa yemeği yapıyoruz, ne ilgisi var?" ifadesi mi desem, öyle bir şey:
"Türk kahvesi yok bizde efendim!" Bravo vallahi!
Çok Fransızsınız mon cher, aşkolsun doğrusu! Madem öyle Fransız restoranınızda niye espresso, cappuccino ve macchiato var? Onlar da İtalyan kahvesi değil mi? Neskafe de var diyorsunuz, o ne kahvesi oluyor? Efenim?
Makineyle italyan kahvelerini yapmak kolay, cezve mezve zor iş diye düşünüyorsanız, vatandaş Türk kahvesi makinesi icat etmiş.
Pazarda bile satılıyor.
Plastik, büyükçe bir cezve. İçine, suyu, şekeri, kahveyi koyup bir kere karıştırıyorsunuz. Fişe takınca, 10 saniyede, harika Türk kahvesi yapıyor. Entipüften bir şey, herhalde 5-10 milyondur. Ama
çok başarılı.
İtalyan, Fransız, Çin lokantaları, kafeler, karma uluslararası
mutfaklar, hatta suşi'çiler...
Bundan sonra yandınız! Yunanistan'da, Mısır'da daha kolay bulunan Türk kahvesini yapmayan restoranları mimliyorum, köşemde teşhir edeceğim!
Sadece turistleri değil, bizi de Türkiye'de, Türk kahvesi zevkinden mahrum bırakmayın.
Gözüm üstünüzde!
93
94
Simitsiz kahvaltıya kahvaltı demem!
Bu kadar kahvaltıdan bahsetmişken, şunu da eklemeden geçemeyeceğim:
Amerika'dayken diner'lardakı omletler iyiydi de, bence dünyanın hiçbir sabahında, hiçbir kahvaltı, Türk kahvaltısının yerini tutamaz.
Beyaz peynir, sıcak sokak simidi, iyi zeytin, sahanda yumurta, poğaça, domates, bal ve kaymakla başlanmış bir gün, asla kötü geçemez!
Maalesef Türk kahvaltısı her yerde bulunmuyor. Türk kahvesi yapmayan restoranlar nasıl sinirime dokunuyorsa, kahvaltı için sadece gravyer, kruasan (ki onu da adam gibi yapmayı beceremiyorlar!), jambonlu sandviç ve filtre kahve yapan yerleri de gitmeyerek protesto ediyorum.
Gastronomi konusundaki milliyetçiliğim sürecek...







GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | Alıntıdır

Hiç yorum yok: