7 Kasım 2008 Cuma

GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | HER ŞEY MAL MÜLK, HER ŞEY PARA PUL!

HER ŞEY MAL MÜLK, HER ŞEY PARA PUL!
Bir istirhamım var, sevgili okuyucularım!
Kriz gazeteciyi fena vurdu. Tam da Nişantaşı'na taşınıp kendimizi New York Times'ta çalışıyor zannederken. Eskiden Gucci müşterisi olan, kadın dergilerinin kızları bile, öğlenleri simit-krem peynir "modası" başlatmışlar. Bütün dergiciler de, sanki maaşlarla ilgisi yokmuş, hakikaten bir trendmiş de herkes havalı olduğu için mecburen uyuyormuş gibi davranıyor. "Yoksa çıkıp Park Şamdan 'da yiyeceğiz ama, moda bu, n 'apalım! " gibisinden.
işler düzeliyor, piyasalar toparlanıyor falan diyoruz ama... Kriz, basını fena vurdu.
Özellikle de Nişantaşı'nı karargâh edinmiş Sabah'ı. Biz bu mahalleye ilk geldiğimizde nasıl havalıydık, nasıl. En başta da dergi grubu...
ucci'den, Armani'den ya da gelir düzeyine göre daha hesaplı
mağazalardan, en azından ucuzluk zamanı, gerekli gereksiz alışverişler...
Maaşı, Downtown'da öğle yemeklerine, Buz'da akşam üstü içkilerine gömmeler...
İyice azıtanların, sabah kahvaltısını bile Nişantaşı kafelerinde "croissant" ve "eggs benedicf'le edip, ellerinde kapaklı kâğıt bardakta kahveyle, yürüye yürüye işe gelmeleri...
Bir ekabirlikler, bir şımarıklıklar... Zannedersin ki New York Times'ta çalışıyoruz!
Nişantaşı'nda kriz oldu mu şimdi?
Yıllarca İkitelli'de mecburi hizmet yaptıktan sonra, şehrin en havalı semtine taşınınca, bir Batı metropolü manzarası, bir Manhattan ilüzyonu yaşadık.
Derken kriz patladı.
O, sabah kahvaltılarım bile evde etmeyen arkadaşım, geçen gün elindeki yemek fişlerine şıngırdayan bozuklukları katarak, getirttiği tostun parasını ödemeye çalışırken, bir yandan da: "Bu Nişantaşı'nın..." diye söyleniyor.
Ev değiştirenler, hatta tekrar anne-babasınm yanına taşınanlar... Arabasını satanlar...
Cep telefonunun kapanması, kredi kartına haciz gelmesi, zaten günlük problemlerden olmuş,
Eskiden Gucci müşterisi olan, kadın dergilerinin kızlarıysa, öğlenleri simit-krem peynir "modası" başlatmışlar.
Bütün dergiciler de, sanki maaşlarla ilgisi yokmuş, hakikaten bu bir trendmiş de herkes havalı olduğu için mecburen uyuyormuş gibi davranıyor. "Yoksa çıkıp Park Şamdan'da yiyeceğiz ama, moda bu, n'apalım!" gibisinden.
Eski Türk filmlerinin, "Biz fakir insanlarız, ama en değerli varlığımız gururumuzdur" sahnesi!
Okuyucuların parasıyla tiyatro
Bizim g.a.g. programının yönetmen yardımcısı Dağhan Küle-geç, rahmetli Altan Erbulak'm torunu. O anlattı:
Altan Erbulak 70'li yılların başında, Milliyet'te Taş Arabası isimli köşesinden, okuyuculara şöyle bir çağrı yapar: "Tiyatro kuruyorum, para yetmiyor. Beni seven okuyuculardan destek istiyorum. Herkes l lira gönderse, bir sürü para toplarız!"
Yarı şaka bu çağrıya, o kadar çok cevap gelir ki, gerçekten çok ciddi bir miktar toplanır ve Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu biraz da böyle kurulur!
Durumun kötü olduğunu biraz da bu vesileyle anladım.
Son günlerde, çok hoşuma giden bu hikâyeyi, Erbulak'm esprisinin altını çizmek için herkese anlatıyorum.
Bütün gazeteciler aynı tepkiyi veriyor. Önce gülüyorlar, sonra aniden yüzlerine ciddi bir ifade geliyor. \ Gözler tavana dikiliyor, dudaklar sessizce oynuyor.
Hesap yapıyorlar hesap!
Herkes, espriyi bir tarafa bırakıp, parlak bir fikir bulmuş gibi, kendi okuyucu kitlesinden ne kadar istese kaç para toplayacağını hesaplıyor:
"Benim dergim 15.000 satıyor, herkes l milyon gönderseee..."
"Benim yazıları kimse okumasa, 100.000 kişi rahat okuyordun Hepsinden 500.000 lira gelsee..."
"Sevgili okuyucular, desem, mağazaların önünden geçerken vitrinlere bakamıyorum, ben nasıl moda dergisi yaparım, desem, 5000 kişi benim moda sayfalarının hayranı olmuş olsaa..."
Her şey düzeliyormuş, falan, bilmem.
Basının durumu vahim, yönetime duyurulur!
43
44
Avro yapma bana!
Üç sene önceydi. Kriz evveli refah günleri. Her şeyin fiyatı dolar üzerinden.
Koltuk kaplatmak için kumaş alacağım. Fiyat sordum.
Satış elemanı çok tecrübeli.
Hani şu sattığı ne olursa olsun, (ayakkabı, elektrikli diş fırçası, kurşunkalem, ucuz viski) bir tarafını sağ elle yukarıda, bir tarafını sol elle aşağıda, sanat eseri gibi tutup gösterenlerden.
"Metresi 18 öro!" dedi!
"Öro mu? Yapma yahu?" diye, hem sinirlenip hem gülerek kendimi dışarı attım.
Şimdi bu yeni paraya alışmaya çalışıyoruz. Her seferinde soruyorum, "Parite kaçtı?", "Dolar mı daha değerli, bu mu?" diye...
Asıl problem "Euro"nun isminde. Kimi "yüro" diyor, kimi "yuuro", bazısı "öro"...
Halbuki doğrusu başkaymış.
Türk Dil Kurumu'nun, 21 Mayıs 1998 tarihli kararma göre, "Euro", Türkçe'ye "Avro" şeklinde geçmiş!
Avro!
Rumca kökenli, argo bir kelime gibi gelmiyor mu size de?
"Avro yapma bana kardeşim!" veya "Alırım avronu aş-şaa!" denecek sanki...
Ve "Euro" cinsinden fiyat söyleyen bütün satıcılara cuk oturacak!



GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | Alıntıdır

Hiç yorum yok: