7 Kasım 2008 Cuma

GAYET CIDDIYIM! - Gülse Birsel | İŞLER,GÜÇLER, OFİSLER VE ÇALIŞMA HAYATI

Aylaklık hakkımı istiyorum!
En yoğun günler, sabahlan bir elimde cep telefonu, bir elimde kalem, kucağımda kâğıtlar ve databankım-la, birileriyle tartışarak, stres içinde, dükkânların önünden geçerken, eski eşya satan amcalar^ güneşin altında, koltuklara yayılmış, günün ilk Türk kahvesini içiyor oluyorlar! Muhtemelen cumhuriyetin ilan edildiğinin bile farkında değiller! Kıskançlıktan çatlıyorum.
25
iki arkadaşımla öğle yemeğindeyiz.
Biri reklamcı, diğeri fınans sektöründe.
işten, güçten, sıkışıklıktan, stresten ve bayram tatilinde uzak bir adaya gidip bir daha dönmemekten bahsediyorduk ki, şu or-taya
26
Çalışan kadınlar olarak, üçümüz de, Amerikan Güzeli filminin aynı yerine takılmışız:
Stres ve sorumluluktan fenalık geçirip, her şeyi bırakan işadamı ve aile babası Kevin Spacey'nin, hamburgerciden iş isterken, "Hiyerarşi veya ücret umurumda değil. Sadece en az sorumluluk isteyen pozisyona talibim!" dediği sahne.
Bayılmışız o repliğe!
Sonra teker teker döküldük.
Yapılacak işler listesi!
Üçümüz de stresten kurtulamıyoruz. Cumartesi günleri de, üstelik kendi isteğimizle, çalışmak zorunda kalıyoruz, genellikle yorgunuz ve hayatımızın bir döneminde doya doya yapmak istediğimiz şeyler var. Mesela:
• Öğle yemeğinde, saati kontrol etmeden tatlı ve kahve ısmarlayabilmek.
• Kuaföre acele etmeden gitmek, beklerken ikide bir saate bakıp huzursuzlanmadan dedikodu dergisi okuyabilmek.
• Hafta ortası alışverişe çıkmak.
• Ajanda, cep telefonu, kartvizitlik, telefon rehberi gibi eşyalari evde unutabilmek ve bunu fark edince kalp krizi geçirmemek. Hatta unuttugunu fark etmemek!
• Evde oturup bütün gün kitap okuyabilmek.
• Sabah kalkıp, bugün ne yapsam diye düşünebilmek.
• Ve belki de en önemlisi, aylaklık lüksü. Dolanıp durup, oturup kalkıp, oradan oraya yatıp, tembellik yapmak. Oscar Wilde ne demiş? "Kesinlikle hiçbir şey yapmamak, dünyanın en zor şeyidir, en zor ve en entelektüel!"
Sorumluluklar, tarihler, toplantılar, iç yazışmalar trafiğinde, hiçbir şeyi kaçırmadan, herkesten hızlı koşmaya çalışarak yaşayan bizler, en gergin günlerde hayalini kurduğumuz işlerden bahsetmeye başladık sonra.
Finansçı arkadaşım bir kitapçı dükkânı açmak istiyor.
Reklamcı olan, tekel bayii hayal ediyor! "Stres yok, pazarlama yok, reklam yok. Fiyat belli, talep belli, al, sat, ne güzel!" diye açıkladı sebebini!
Eski eşya satsam?
Benim planım başka. Ben her sabah işe giderken önünden geçtiğim sıra sıra eski eşya satan dükkânlardan bir tanesini devralmayı kuruyorum.
Özellikle güneşli günlerde, kullanılmış sehpa, lamba, ıvır zıvır satan bu adamlar, eski koltuklan kapının önüne koyup, açık havada sürekli çay kahve içerek etrafı seyredip, dükkândan dükkâna muhabbet ediyorlar. Zannediyorum Osmanlı'dan beri, nesiller boyu aynı işi yapmışlar.
Hatta belki cumhuriyetin ilan edildiğini bile bilmiyorlar!
Muhtemelen dükkânlar babadan kalma, satışı artırmak gibi bir hedef de yok. Daha doğrusu satış rakamları, talep ve cirolar, kader-kısmet dengesine oturtulmuş!
En yoğun günler, sabahları bir elimde cep telefonu, bir elimde kalem, kucağımda kâğıtlar, dergiler ve databankımla, birileriyle tartışarak, stres içinde, bu dükkânların önünden geçerken, amcalar, güneşin altında, koltuklara yayılmış, günün ilk Türk kahvesini içiyor oluyorlar!

Hiç yorum yok: